CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/8 Eylül 2024

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak Her hafta yayımladığı 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nu yayımladı. Türkiye ve Dünya Gündemi olarak yayımladığı raporu Sıcak gündem, Ekonomi, Tarım, İç politika, Dış politika başlıklarıyla kamuoyu ile paylaştı.
 Tarih: 08-09-2024 19:35:44
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/8 Eylül 2024

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'ın 08 EYLÜL 2024 tarihli raporu şöyle:

TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ

08 EYLÜL 2024

SICAK GÜNDEM

  1. İktidar, BRICS’e üyelik kararını oldu bittiye getirerek tek kişinin isteği ile alamaz. Türkiye’nin radikal şekilde yön değiştirmesi REFERANDUMA gidilerek halka sorulmalıdır!
  2. İletişim çağında, dijital yayın ortamında sansür ve engelleme çabaları, amaçladıklarının aksine iktidarın kendi sonunu hızlandıracaktır!
  3. Yargıtay Başkanının Adli Yıl açılışında evrensel hukuk değerlerinden vazgeçilmesini dile getirerek ‘Yerli ve Milli Hukuk’ söylemini sahiplenmesi, yüksek yargıdaki siyasallaşmayı işaret etmektedir!

İÇ POLİTİKA

  1. Müslüman Kardeşler-İhvan çizgisine oturtulan dış politikanın son 10 yılda Türkiye’nin ulusal, bölgesel ve küresel çıkarlarına, itibarına verdiği hasar apaçık ortadadır ve maliyeti de oldukça yüksektir.
  2. Türkiye, dünyanın dört bir yanından gelip T.C. vatandaşlığı alarak, Türkiye’yi mesken tutan suç organizasyonlarının ikameti olmaya devam ediyor. Türkiye’de üreten, çalışan ve emek veren kesimler eziliyor.

EKONOMİ

  1. 2025-2027 Orta Vadeli Program (OVP) 22 yıldır tutmayan OVP hedeflerine eklenen yeni bir ‘aldatma-yanıltma ve temenni’ belgesidir. Geçen yılki OVP hedeflerinin tümü değiştirilirken enflasyonda yukarı, büyümede aşağı yönlü revizyona gidildi!
  2. Bu yılın 2. çeyreğinde büyüme hızı yüzde 2,5’a indi. Resmi büyüme verisinin ortaya koyduğu görüntü, 3 ve 4’üncü çeyreklerde Türkiye ekonomisini daha karanlık ve zor günlerin beklediğini işaret ediyor.
  3. TÜİK ağustos ayı TÜFE artışını aylık yüzde 2,47, yıllık yüzde 51,97 olarak açıkladı. ENAG, aylık enflasyon artışını yüzde 3,47, yıllık artışı yüzde 90,35 oranında hesapladı. İki kurum arasında aylık 1 puan, yıllık 40 puana varan fark söz konusu!

TARIM

  1. Ulusal ve toplumsal geleceğin stratejik unsurlarından gıda, tarım ve hayvancılığın çökmesi orta ve uzun vadede bağımsızlık ve ulusal güvenlik yanında dışa bağımlılık riskinin artmasına zemin yaratacaktır!

DIŞ POLİTİKA

  1. Almanya’nın eski Doğu Almanya sınırındaki Thrüngen ve Saksonya’da seçimlerden aşırı sağcı AfD’nin büyük zaferle birinci parti çıkması gerek Almanya’da gerekse Avrupa’da endişe yarattı!

 

  1. Türk halkı, iktidarın BRICS’e tam üyelik başvurusunu ABD haber ajansı Bloomberg’den ve Kremlin Sarayı’nın resmi açıklamasından öğrendi. Türkiye’nin ve halkın geleceğini derinden etkileyecek bu yön değişikliği tek kişinin kararıyla alınamaz. Halka sorularak REFERANDUM’a gidilmelidir!

Ekonomide atılacak adımları IMF ve İngiliz haber ajansı Reuters’tan öğrenen Türk halkı, iktidarın BRICS’e tam üyelik başvurusunu da ABD haber ajansı Bloomberg’den öğrendi. Bloomberg’in ardından ilk resmi açıklama Beştepe Sarayı yerine Kremlin Sarayı’ndan geldi. Rusya Devlet Başkanı Putin’in Yardımcısı Yuri Uşakov Türkiye’nin BRICS’e tam üyelik başvurusunda bulunduğunu, başvurunun değerlendirildiğini duyurdu. Aynı anda Türk halkı TSK’nın Suriye’den çekilmeye hazırlandığını da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’dan öğrendi. Nihayet iktidar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 20-24 Ekim’de Rusya’nın ev sahipliğinde Kazan’da yapılacak BRICS+ zirvesine katılacağı açıklamak zorunda kaldı.

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika tarafından kurulan, bu ülkelerin isimlerinin baş harflerinden oluşan BRICS, geçen yıl Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İran ve Etiyopya’nın katılımıyla BRICS Plus (BRICS+) adını aldı. BRICS’e üyelik başvurusunun, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın AB Dışişleri Bakanları gayriresmi Gymnech Toplantısı’na davet edilip, Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması girişimlerinin hemen ertesinde gelmesi dikkat çekici! Muhtemelen iktidar, AB’nin demokrasi, hukuk devleti, AİHM kararlarının uygulanması, Gümrük Birliği Revizyonu ve Vize Serbestisi için demokratikleşme yönündeki taahhütlerle ilgili talepleri karşısında yeni bir U dönüşüyle AB ile pazarlık peşinde!

Üyelerinde demokrasi, insan hakları, hukuk devleti vb. kriterler aramayan, üye ülkelerin ağırlıkla ‘otokrat’ yönetimlere sahip olduğu BRICS’te Türkiye’ye katkı sağlayacak yegâne kurum Yeni Kalkınma Bankası’na (New Development Bank-NDB) ortaklık olabilir. Altyapı projelerine NDB’den kaynak sağlanabilir. Ancak benzer destekler Dünya Bankası ve Avrupa Kalkınma ve Yatırım Bankası’ndan da (EBRD) alınıyor. AB ile çeşitli sorunlar gündemde iken BRICS'te ise Çin ile Uygur Türkleri, Hindistan'da Müslümanlara ayrımcı yasalar çıkartan Hindu milliyetçisi Başbakan Modi yönetimiyle sorun yaşama ihtimali gündemde. İran ile Ortadoğu ve Suriye'deki rekabetin yanında, Etiyopya ile Somali üzerinden gerginlikler söz konusu. Suudi Arabistan ve BAE ile normalleşme henüz sağlanabildi. Dolayısıyla BRICS, AB’ye alternatif olamayacağı gibi Türkiye’nin 100 yıllık siyasi yönü, dünyadaki yeri açısından da AB ve BRICS kıyaslanamaz. Ayrıca BRICS pazarından pay almak isterken ihracatın yüzde 60’ının yapıldığı AB ile Gümrük Birliğinden uzaklaşmanın maliyeti çok daha yüksek olabilir!

Hepsinden önemlisi Türkiye’nin yönünü ciddi şekilde etkileyebilecek böyle bir adım atılırken, TBMM’nin dışlanması, kamuoyunun ve halkın tercihleri dikkate alınmaksızın oyları yüzde 30’un altına inmiş bir partinin ve toplumsal desteği hızla gerileyen tek kişinin kararıyla BRICS’e üyelik yoluna girilmesi kabul edilemez! Böylesine radikal bir yön değişikliği REFERANDUMLA halka sorulmalıdır!

  1. Sokak röportajlarından sonra YouTube üzerinden haber yayıncılığını da denetim ve baskı altına almaya yönelen RTÜK Başkanının 5 yıl sonra ‘lisans’ şartını gündeme getirmesi, iktidarın kontrol edemediği dijital medyaya sansür girişimidir. YouTube’da habercilik yapan bağımsız gazetecilerin etkin olması iktidarı panikletmiş görünüyor!

Sokak röportajlarında sorunların ve iktidardan şikayetlerin yoğunlaşması üzerine bu alanda yayın yapanları sindirme, gözaltı ve tutuklamalarla baskılamaya yönelen iktidar, şimdi de Radyo Televizyon Üst Kurulu’nu (RTÜK) devreye sokarak kontrol edemediği internet ve dijital medyayı sansürlemeye yöneliyor. AKP kontenjanından üç dönemdir RTÜK Başkanlığını yürüten Ebubekir Şahin’in medya kuruluşlarının iktidar baskısıyla işten çıkarttığı deneyimli gazetecilerin YouTube üzerinden yaptıkları haberciliğin, iktidarın kamu kaynaklarından milyarlar akıttığı medyadan daha etkin olmasından rahatsızlık duyarak kendisine görev çıkarttığı anlaşılıyor. YouTube üzerinden haber yayını yapanların RTÜK’ün denetimine tabi ve ‘lisans almak zorunda olduğunu’ öne süren RTÜK Başkanı, TBMM’nin kabul ettiği yasada olmayan bir yetkiyi kullanma çabasında.

Dijital medya yayınlarının denetimini öngören yasaya dayanılarak 1 Ağustos 2019’da yayınlanan yönetmeliğin, yasada olmayan bazı yetkileri RTÜK’e verdiğini savunan AKP’li RTÜK Başkanı, YouTube kanallarının en az 10 yıl süreli yayın lisansı alması ve RTÜK’e lisans ücreti ödemesinin zorunlu olduğu iddiasında. RTÜK Başkanının iddiasını dayandırdığı ‘Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmelik’ yasaya uyumlu olmak zorunda. Yasada olmayan bir yetkinin yönetmelikle RTÜK tarafından kullanılması yasa-tüzük-yönetmelik arasındaki hukuki hiyerarşiye aykırı. Kaldı ki 2019’da yayınlanan yönetmelik beş yıldır yürürlükte.

RTÜK Başkanı, lisans bedelinin ‘cüzi bir tutar’ olacağını belirterek tepkileri engellemeye, sansür çabasını basite indirgemeye ve yasada olmayan bir yetkiyi kullanmaktan kaynaklanan hukuksuzluğu örtmeye çalışıyor. İktidarın kendi kontrolündeki yazılı ve görsel medyası manşetlerini bile İletişim Başkanlığı’nın talimatlarıyla belirliyor. Bunun son güncel örneği Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin ziyareti ertesinde iktidar medyasındaki tüm gazete ve TV’leri aynı başlığı atmasıyla yaşandı.  Kamu bankalarından milyar dolarlık kredilerle desteklenen iktidar medyasına karşılık bağımsız gazetecilerin YouTube kanalları daha etkili ve daha çok izleniyor. Oxford Reuters Enstitüsü 2024 Dijital Haber Araştırması Raporu’nda katılımcıların yaklaşık yüzde 40’ı gerçek ve doğru olduğuna inandıkları haberleri, iktidar kontrolü ve sansürüne karşı daha özgür olduğunu düşündükleri YouTube kanallarından izlediklerini belirtiyor.

Eleştirel yorumlardan rahatsızlık nedeniyle Instagram’ı kapatan iktidar, e-ticarette ortaya çıkan milyarlarca liralık kaybın yanında kendi tabanından da çığ gibi yükselen tepkiler sonrası geri adım atmak zorunda kaldı. Şimdi de YouTube’daki haber yayınlarını lisans ve denetim baskısıyla sansürlemeye çalışan RTÜK başkanının girişimi, en başta iktidar yanlısı ya da muhafazakâr çizgide yayın yapan YouTuber’ların tepkisine neden olacaktır!

  1. Yargıtay Başkanının Adli Yıl açılışında evrensel hukuk değerlerinden vazgeçilmesini dile getirerek ‘Yerli ve Milli Hukuk’ söylemini sahiplenmesi, yüksek yargıdaki siyasallaşmayı işaret etmektedir. Bu siyasallaşma İzmir ve Diyarbakır’daki benzer iki olayda yargının verdiği kararlarla açığa çıkmaktadır!

Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’in yeni anayasa çağrısı yanında yüzyılların birikimiyle oluşan evrensel hukuk değerlerinden ve Avrupa hukukuyla uyum çabalarından vazgeçilmesini istemesi vermek istediği siyasi mesajı da açığa çıkartıyor. Yargıtay Başkanı, Avrupa ve dünya hukukuna yön veren 'Yerli ve Milli Hukuk Sistemimizi' bir an önce tamamlamak için yoğun çalışmalar yapmamız gerekir derken, gerçek niyetin ne olduğu anlaşılıyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) ilk imzalayan ülkeler arasındaki Türkiye, AİHS’yi anayasanın da üstünde bir hukuki metin olarak kabul etti. AİHS’nin ihlali durumunda ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yargı yetkisi ve kararlarının bağlayıcılığı yine anayasanın emredici hükmü.

Yargıtay Başkanının Avrupa ve evrensel hukuk ilkelerine uyum yerine ‘Yerli ve Milli Hukuk’ çerçevesinde yeni bir anayasa önermesi, bu yeni anayasada AİHS’den, AİHM’nin yargı yetkisinden, temel hak ve özgürlüklerin evrensel hukuk ve sözleşmelerle güvenceye alınmasından vazgeçilmesi anlamına geliyor. Çünkü anayasamızda gerek AİHS’nin üst hukuk metni olarak kabul edilmesi gerekse AİHM’nin yargı yetkisinin bağlayıcılığını içeren hükümler, Avrupa hukukuna uyum sağlamak için anayasada yer aldı. En temel insan hakları olarak benimsenip Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve AİHS’de yer aldı. Türkiye dünyadaki pek çok hukuk devleti gibi ikisini de imzalayarak, yurttaşlarının evrensel hukukla tanımlanan hak ve özgürlüklerini benimseyip, kabul etti. Şimdi Yargıtay başkanının tüm bunlardan vazgeçilip, içeriği belirsiz Yerli ve Milli Hukuk’ ile ‘Avrupa ve dünya hukukuna yön verecek’ yeni bir anayasayı gündeme getirmesi, otoriter tek adam yönetimine uygun bir anayasa arayışından başka bir şey değildir. Yüksek yargı kurumunun başındaki bir yüksek yargıcın evrensel hukuka uyumdan vazgeçmeyi önermesi, bunu yaparken iktidar sözcüleriyle aynı ifadeleri kullanması yargıdaki siyasallaşmanın yargının zirvesine kadar ulaştığının göstergesidir. Nitekim başkanı olduğu Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkında AİHS ilkeleri ve AİHM içtihatlarına göre verdiği ihlal kararını tanımadı. Yargıtay’a bağlı mahkemeler AİHM kararlarını uygulamadı. Davalara da bu gözle bakan yargı, Diyarbakır’da Filistin’e destek veren ve açık kadınlar gidiyor diye Starbucks ve başka kafeleri basıp kurşunlayan, tahrip eden siyasal İslamcıları hemen serbest bıraktı. İzmir’de ise Gazze’de İsrail’e destek görevi yapan ABD savaş gemisi U.S. Wasp’ın askerlerine Filistin’le dayanışma için çuval geçiren 10 genç tutuklandı. İtirazla üç gün sonra bırakıldı.

Tüm bu tablodaki gerçek; demokrasi, hak ve özgürlüklerden, uygulamadığı anayasadan bile rahatsız olan iktidar ve siyasallaştırdığı yargının ‘Yerli-Milli Hukuk’ adı altında evrensel hukuktan koparılıp, tek adam otokrasisine uyumlu şekilde tasarlanmış bir ‘yeni anayasa gömleğini’ Türkiye’ye ve millete giydirmek istemesidir!         

  1. Dış politikayı iç politikaya alet etmenin yarattığı itibarsızlaşmanın sonuçları Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin Ankara ziyaretiyle somutlaştı. 2019 yerel seçimlerinde ‘Oylar Sisi’ye mi, Binali’ye mi?’ diye seçmene seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtemelen önümüzdeki ilk seçimde ‘oylar Sisi’ye’ demek zorunda kalacaktır!

Yıllardır dış politikayı iç politik emellerine ve hamaset siyasetine alet etmekte sakınca görmeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve başına bulunduğu AKP iktidarının Türkiye’nin saygınlığına verdiği zararların bedeli giderek artıyor. Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah es Sisi’nin 12 yıl sonra ilk kez gerçekleştirdiği Ankara ziyaretinde yaşanan görüntüler siyasi liderlerin oy alabilmek uğruna kendi tabanlarına dönük dış düşman yaratarak dillendirdiği hamasi söylemlerin zamanı geldiğinde kendilerini ne kadar zora düşürdüğü, açmazlarla karşı karşıya bıraktığını gösterdi. Yıllarca seçim meydanlarında ‘darbeci, katil, gayri meşru, elini sıkmam, aynı masaya oturmam’ dediği Sisi’yi yüzlerce zırhlı araçtan oluşan konvoylarla ve kırmızı halılarla karşılayıp, aynı gün uçağının merdivenlerine kadar uğurlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, düne kadar ‘darbeci kalleş’ diye hitap ettiği Sisi’yle ortak basın toplantısında ‘Kardeşim Sisi’ demeye mecbur kaldı. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı (MBS), Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul konsolosluğunda canice öldürülerek cesedinin yok edilmesinin sorumlusu ilan edip, ‘eli kanlı katil’ diye nitelendirmişti. MBS’den hesap soracağını söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2021’de faiz indirimi ısrarıyla yarattığı ağır ekonomik kriz sonrası Merkez Bankası’na 5 milyar dolarlık swap karşılığında MBS’nin elini sıkmak, Beştepe Sarayı’nda ağırlamak, uçağının merdivenlerine kadar uğurlamak zorunda kaldı. Benzer şekilde Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ‘finansörü’ olmakla suçlayıp bağları koparttıktan sonra, darbeci dediği Abu Dabi Emiri Muhammed bin Zayid en-Nehyan’ın kapısını çalıp borç istemekte sakınca görmedi. 2011’de Esad’ı devirip Şam’da Cuma namazı kılmak iddiasıyla başlatılan İhvancı Suriye siyasetinin faturası; 10 milyona yaklaşan sığınmacı, kevgire dönen ülke sınırları, 100 milyar doları aşan harcamaların bedelini yoksullaştırılan Türk halkına ödetmek oldu. Şimdi Esad’la barışmak için ‘darbeci katil’ dediği Sisi’den destek isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçmişteki gibi Esad’a yine kardeşim diyeceğini, birlikte tatile gidebileceğini söylüyor.

Türkiye’nin ulusal çıkarları ve politikaları yerine kendi şahsi siyasi düşüncelerini ve düşmanlıklarını dış politikadaki ana unsur haline getiren iktidarın sonrasında hiçbir şey olmamışçasına el sıkışıp sarmaş dolaş olması uluslararası arenada ciddi ve ağır bir saygınlık kaybıdır. Müslüman Kardeşler-İhvan çizgisine oturtulan dış politikanın son 10 yılda Türkiye’nin ulusal, bölgesel ve küresel çıkarlarına verdiği hasar ortadadır.

Kişisel tercihlerle yönlendirilen, iç politikaya ve seçim meydanlarında oy malzemesi yapılan dış politika yanlışlarının faturası Türkiye’ye itibarsızlaşma, güvenilmeme ve dışlanma olarak döndü. Ne Suudiler 10 milyar dolar kredi vaadini ne BAE 50 milyar dolarlık yatırım sözünü ne de Katar Emiri 15 milyar dolarlık yatırım ve finansman sözünü tuttu!

  1. 4 milyar dolarlık kripto para vurgunu organizatörü İstanbul’da yakalandı. Türkiye, en sorunsuz rüşvet yöntemi olan milyon dolarlık saat ithalinde İsviçre’nin en iyi müşterisi. Bir yanda milyar dolarlar-eurolar uçuşurken çiftçiler traktörleriyle protesto eylemi yapıyor. Türk-İş ve Hak-İş mitinglere hazırlanıyor!

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye’nin kredi notunu bir kez daha yükselterek BB-‘ye çevirdi. Düne kadar reyting kuruluşlarını bozguncu-emperyalizmin ajanı ilan eden iktidar Fitch’in not artışından memnun ve övünüyor. Ancak rüşvet ve yolsuzlukta Uluslararası Şeffaflık Örgütü sıralamasında hâlâ en tepelerde yer alan Türkiye’nin, kara para aklamada Gri Liste’den çıkmış olması bir şey ifade etmiyor. İktidar tarafından kayıt dışı kazançların, kaynağı belirsiz servetlerin, vergisiz kazançların cenneti haline getirilen Türkiye, dünyanın dört bir yanından gelip T.C. vatandaşlığı alarak, Türkiye’yi mesken tutan suç organizasyonlarının ikameti olmaya devam ediyor. Son olarak dünyanın çeşitli ülkelerinden yaklaşık 3 milyon kişiyi yüksek kripto kazancı vaadiyle 4 milyar dolar dolandıran dünyanın en büyük kripto para vurguncusu Andreas Szakacs İstanbul’da yakalandı. Szakacs’ın Dubai merkezli OmegaPro şirketinin CEO’sunun da temmuzda Türkiye’de yakalandığı ve Türk vatandaşlığı aldığı ortaya çıktı. Türk vatandaşlığı aldıkları açığa çıkan küresel suç örgütü liderleri ve uyuşturucu baronlarının Türkiye’yi tercih etmesinin yegâne sorumlusu iktidarın uyguladığı politikalardır. Bu noktaya gelinmesinde güvenlik, yargı, siyaset, bürokrasi bağlantılarının kurgulanması ve rüşvet çarklarıyla işletilmesinin en büyük etken olduğu açıktır. Uluslararası kara para raporlarına ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Uyuşturucu Araştırmalarına göre yasa dışı yollarla elde edilen kazançların 100 milyar doları aştığı tahmin edilmektedir.

Rüşvet ve yolsuzlukları gizleyip sorunsuz şekilde aklamanın yollarından biri, tanesi 1-1,5 milyon dolar ve euroya satılan el yapımı lüks İsviçre saatleridir. Kadıköy ve Şişli’deki operasyonlarda tanesi 1 milyon dolar olan çok sayıda İsviçre saatinin ele geçirilmesi yanında Türkiye bu yılın 7 ayında İsviçre’den 200 milyon dolarlık saat ithal etti. İsviçre’nin saat ihracatı gerilerken Türkiye’nin saat ithalatını artırması dikkat çekicidir!

Böylesine büyük yasa dışı kazançlar, rüşvet paraları ortaya saçılırken, çiftçiler yıllar sonra ilk kez traktörleriyle yollara çıkıp protesto eylemi yapıyor. Konya, Malatya, Rize, Bursa, Gaziantep, Ordu, Yozgat ve daha birçok ilde tonlarca domates, kavun, karpuz, kayısı, çay, fıstık, fındık para etmediği için yollara dökülüyor.

  • Hak-İş ve Türk-İş, tabanlarından gelen baskılara dayanamayarak Kayseri ve Ankara’da meydanlara çıkıp ‘açız’ mitinglerine hazırlanıyor.

Kara para ve kayıt dışı servet sahiplerinin hesap ve vergi vermeden refah içinde yaşadığı Türkiye’de ülkenin gerçek sahipleri, üreten, çalışan, emek veren kesimleri eziliyor. İktidar, Fitch’in not artışıyla övünerek kitlelere üç yıl daha sabır ve şükür tavsiye ediyor. Dipten gelen dalgayla yükselen kitlesel tepkiler karşısında iktidarın erken seçimden kaçması olanaksız görünüyor!

  1. 2025-2027 Orta Vadeli Program (OVP) 22 yıldır tutmayan OVP hedeflerine eklenen yeni bir ‘aldatma-yanıltma ve temenni’ belgesidir. Geçen yılki OVP hedeflerinin tümü değiştirilirken enflasyonda yukarı, büyümede aşağı yönlü revizyona gidildi. Büyüme düşerken işsizlikte azalma öngörmek akıl dışı bir çelişkidir!

2025-2027 dönemi OVP, 5 Eylül’de açıklandı. Kitlelerin yoksullaştırılması, ekonominin küçülmesi, işsizliğin artması, üretimde gerileme pahasına 14 aydır uygulanan programın ana eksenini oluşturan enflasyonla mücadele ve dezenflasyon iddiasına karşılık, yeni açıklanan OVP’de mevcut enflasyon hedeflerinin tümü yukarı yönlü değiştirilirken büyüme hızı geçen yılki OVP’de vaat edilen hedeflerin altına indirildi. 2025-2027 dönemini kapsayan OVP, iktidarın 22 yıldır ilan ettiği ve hiçbirisini tutturamadığı hedefler ve vaatlerden oluşan, kamuoyunu aldatma ve yanıltma belgesinden öte bir şey değildir.  

Geçen yılki OVP’de 2024 enflasyon hedefi yüzde 33 iken yeni OVP’de yüzde 41,5’a yükseltildi. Aynı şekilde 2025 enflasyon hedefi yüzde 15,2’den yüzde 17,5’a, 2026 hedefi yüzde 8,5’ten yüzde 9,7’ye çıkartılırken, 2027 için yüzde 7 enflasyon öngörüldü. Yıllardır vurgulanan ‘orta vadede yüzde 5 enflasyon hedefi’ önümüzdeki üç yılda yeni OVP’de yok. Tarımdan neredeyse hiç söz edilmeyen OVP’de, vaatler arasında yer alan ‘Kamu İhale Reformu’ ise 22 yılda 192 kez değiştirilerek delik deşik edilen Kamu İhale Kanunu’nun (KİK) akıbeti ortada iken, inandırıcılıktan yoksun ve IMF’yi memnun etmek için OVP’ye konulan vaatten başka bir şey değil.  

Geçen yıldan bu yana ‘rasyonel politikalar’ adı altında uygulanan yüksek faiz, sıkı para, ek vergiler, maaş ve ücret artışlarını düşük tutma vb. adımların sonucunda ekonomik küçülme belirginleşince, yeni OVP’de büyüme hedefi aşağı çekilmek zorunda kalındı. 2024 için yüzde 4 olan büyüme hedefi yüzde 3,5’a düşürüldü. 2025 hedefi yüzde 4,5’ten yüzde 4’e, 2026 hedefi yüzde 5’ten yüzde 4,5’a indirilirken 2027 içinse yüzde 5 büyüme öngörüldü. Yüzde 5’in altındaki büyümenin Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler için küçülme, işsizlik artışı, toplumsal refahta gerileme anlamına geldiği düşünüldüğünde yeni OVP’nin temel özelliği kitlesel yoksullaşmanın derinleşmesi olacak. Nitekim Kişi Başı Milli Gelir (KBMG) hedefleri, iktidarın 13 yıl önce ilan ettiği vaatleri bile gerçekleştirme umudunun kalmadığını, OVP hedeflerine kendilerinin de inanmadığını gösteriyor. Yeni OVP’de KBMG’in 2024’te 15 bin 551 dolar, 2025’te 17 bin 28, 2026’da 18 bin 990 dolar ve 2027’de 20 bin dolar olması öngörülüyor.

Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanı olduğu AKP hükümetinin 2011’de açıkladığı ‘2023 Vizyon Belgesi’nde KBMG’in 2023’te 25 bin dolar olacağı ilan edilmişti. Şimdi 2027’de bile bu hedefe ulaşılamayacağı yeni OVP ile itiraf ediliyor. 2023’te 500 milyar dolar ihracat vaat eden iktidarın yeni OVP’de ihracat hedefi 2027’de 319 milyar dolar! İşsizliğin azalacağı, istihdamın 2,3 milyon kişi artacağına yönelik hedef de yine aldatmacadan ibaret. TÜİK’in son temmuz verisinde istihdam 341 bin azalırken işsiz sayısı 234 bin arttı! Büyüme aşağı çekilirken işsizlikte düşüş beklemek akla ve ekonomi bilimine aykırı derin bir çelişkidir!

  1. Bu yılın 2. çeyreğinde büyüme hızı, sert biçimde düşerek yüzde 2,5’a indi. Türkiye ekonomisinin baş aşağı gittiğini, karanlık bir döneme girildiğini gösteren rakamlar, 3’üncü ve 4’üncü çeyreklerde ekonomik durgunluk, daralma ve eksi büyüme sürecinin işaretini gösteriyor!

Başta sanayi üretimi, kapasite kullanımı, dış ticaret, istihdam ve işsizlik, kredi ve kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin yanı sıra karşılıksız çek ve konkordato ilan eden şirket sayısındaki artışlarda görülen tehlike sinyalleriyle belirginleşen ekonomik küçülme, 2. çeyrek büyüme hızı verisiyle somutlaştı. TÜİK, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 5,3 olan büyüme hızının 2. çeyrekte sert biçimde düşerek yüzde 2,5’a indiğini açıkladı.

İktidar hâlâ 14 aydan bu yana uygulanan programın başarısından söz ederek hızla uçuruma sürüklenen ekonomiyi ve toplumsal yıkımı görmezden gelmeyi, dış sermaye çevrelerine güvence vererek yurt dışından sıcak para gelmesi umudunu sürdürmeye çalışıyor. Yüksek faizden beslenen Londra ve New York bankerlerinin övgüler düzdüğü, IMF’nin daha ileri boyutlarda kemer sıkılmasını tavsiye ettiği bu yıkım programının resmi büyüme rakamlarına yansıması, daha kötü günlerin yaklaştığını ortaya koyuyor.

Büyüme hızının gerilemesindeki en büyük etkenlerden birisi sanayideki küçülme, üretimdeki azalma, dış ticaretteki yavaşlamanın daha da kötüleşmesi. Büyüme hızını dinamik tutan unsurların başında gelen hane halkı tüketim harcamalarındaki artışın ilk çeyrekteki yüzde 7,3’ten ikinci çeyrekte yüzde 1,6’ya inmesi, kamu tüketim harcamalarının ise yüzde 3,9’dan yüzde 0,7 düzeyine gerilemesi talep ve tüketimin durma noktasına geldiğini gösteriyor. Ücretlerin enflasyona yenik düşmesi, düşük maaş zamlarıyla alım gücünün gerilemesi talebi aşağı çekerken, üretimi de olumsuz etkiliyor. Üretimde ve kapasite kullanımındaki gerileme ekonomik küçülmeyi açığa çıkartıyor.

İktisadi faaliyet kollarına göre ilk çeyrekte yüzde 11,1 büyüyen inşaat sektörü ikinci çeyrekte yüzde 6,5’a inen büyüme hızına rağmen en fazla büyüyen sektör.  Tarımda ilk çeyrekte yüzde 4,6 olan büyüme ikinci çeyrekte yüzde 3,7’ye inerken, bilgi ve iletişim sektöründe yüzde 5,5’tan yüzde 3,4’e, hizmetler sektöründe yüzde 4,3’ten 2,9’a gerileyen büyüme sanayi sektöründe eksiye inmiş durumda. Sanayide ilk çeyrekteki yüzde 4,9 büyümeden yüzde 1,8 daralma ve küçülmeye dönüşen süreç, ithalatta eksi yüzde 5,7 olan negatif büyümeyle teyit ediliyor. Aylardır sanayinin yatırım malı, makine-teçhizat, hammadde ithalatındaki gerileme, küçülmeyi işaret ediyordu. 2. çeyrek büyüme rakamlarıyla daha da belirginleşen bu durum teyit edildi.

Ticaret Bakanının her ay ihracatta yeni aylık rekorlar kırmakla övünmesine karşın TÜİK verileri, tam aksine ihracatın yerinde saydığını, 2. çeyrekte yüzde 1’e bile ulaşamayan, yüzde 0,4’te kalan bir ihracat büyümesinin söz konusu olduğunu gösteriyor. Türkiye ekonomisi; yeni yatırımların tümüyle durduğu, talep ve harcamaların bıçak gibi kesildiği, işsizliğin patlama yaptığı derin bir kriz dönemine doğru hızla yaklaşıyor!

  1. Ağustos ayı enflasyon rakamları, yüzde 38 olarak açıklanan yılsonu hedefinin tutması için kalan 4 ayda aylık enflasyonun yüzde 1,13 ve altında olması gerektiğini gösterdi. Yıllık yüzde 51,97’ye inen resmi enflasyona karşılık, hayat pahalılığı ve fiyat artışları hız kesmiyor!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) tarafından açıklanan ağustos ayı enflasyon verilerinde gerek aylık gerekse yıllık enflasyon oranlarında uçurum düzeyinde farklılıklar söz konusu. TÜİK ağustosta Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) artışını aylık yüzde 2,47, yıllık yüzde 51,97 olarak açıkladı. ENAG, aylık enflasyon artışını yüzde 3,47, yıllık yüzde 90,35 oranında hesapladı. İki kurum arasında aylık 1 puan, yıllık 40 puana varan fark söz konusu. Aylardır hesaplamalara esas aldığı madde fiyatları listesini açıklamayan TÜİK, enflasyon hesaplamasında kullandığı mal, hizmet ve ürün fiyatlarını nerelerden derlediğini de paylaşmıyor. Dolayısıyla pazarda ve marketlerde hemen her hafta zamlanan fiyatlarla olağanüstü bir hayat pahalılığı söz konusu iken TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon rakamları üzerindeki güvensizlik gölgesi devam ediyor. Özellikle milyonlarca memur, emekli, asgari ücretliyi ilgilendiren ocak ve temmuz dönemi maaş zamları öncesinde TÜİK’in aylık bazda düşük enflasyon oranları açıklaması, kamu zamlarının bir sonraki ayın hesaplamalarına dahil edilmesi, milyonlarca ücretli-maaşlı açısından ciddi mağduriyetlere, düşük zamlara ve eksik ücret artışlarına zemin yaratıyor. Mayıs ayında yüzde 75’in üzerine çıkan resmi TÜFE artışının temmuz ayından itibaren geçen yılın aynı aylarındaki yüzde 9 ve yüzde 11’e varan aylık artışlara kıyasla gündeme gelecek baz etkisiyle rakamsal düzeyde ciddi düşüşler göstermesi beklenen bir gelişmeydi. Nitekim baz etkisinin yansıması ve geçen yılın aynı aylarındaki çift haneli artışların hesaplama dışında kalmasıyla temmuzda yüzde 61’e inen yıllık enflasyon ağustosta yüzde 51,97’ye geriledi. Bir ayda yıllık enflasyondaki düşüş 10 puana ulaştı. Buna karşılık temmuzda elektriğe, ağustosta doğalgaza yapılan yüzde 38 düzeyindeki zamlar enflasyon hesaplamasında bir sonraki ayın hesaplarına ertelendi. Ağustos enflasyonundaki bu aylık artış sonrası eylülde baz etkisiyle gerçekleşen düşüş hızı yavaşlayacak. Ocak-Ağustos döneminde yüzde 34’e ulaşan sekiz aylık enflasyonun yılsonunda Merkez Bankası tarafından öngörülen yüzde 38’lik hedefin tutturulmasında ciddi sıkıntı yaratması söz konusu. Yılsonunda yüzde 38 hedefinin tutması için kalan 4 ayda aylık TÜFE artışının yüzde 1,13 düzeyinde ya da bunun altında olması gerekiyor. 2025-2027 Orta Vadeli Program’da (OVP) 2024 için daha önce ilan edilen yüzde 33 oranındaki hedefin yüzde 41,5’a yükseltilmesi, ekonomi yönetiminin enflasyon hedefinin tutmayacağını görerek revizyona gitmek zorunda kaldığını gösteriyor. İktidar, MB’nin üst sınır olarak hedeflediği yüzde 42 oranına yaklaşan bir enflasyonu peşinen kabul ediyor!

Ekim ve kasımda elektrik-doğalgazın yanı sıra turfanda kış sebze-meyvelerinin yüksek fiyatla piyasaya girmesiyle, yılın yüzde 40’ın oldukça aşan bir enflasyonla kapanması, OVP ve MB’nin enflasyon hedefinde sapma olması kaçınılmaz görünüyor. Bu durumda 2025 başında maaşlara ve asgari ücrete düşük zam için TÜİK’in aralık ayı enflasyonunu düşük hesaplamak dışında bir seçeneği kalmıyor.

  1. İktidarın tarım ve üreticinin sorunlarına duyarsızlığı, OVP’de tarımı 11 maddede geçiştirilmesiyle açığa çıkıyor. IMF’nin ‘taban fiyata hedef enflasyon oranında zam’ şartı OVP’de taahhüt ediliyor. Belediyelerimizin 2019’dan beri uyguladığı kent çeperlerinde tarımsal üretim destekleri, iktidarın reform vaadi olarak OVP’de kopyalanıyor!

Yıllardır tarım ve hayvancılıkta ithalata ve yabancı gıda zincirlerinin ülkede hakim olmasına zemin hazırlayan iktidarın üreticinin sorunlarına duyarsızlığı 2025-2027 OVP’de daha da belirginleşiyor. Toplam 128 sayfalık OVP’de tarıma sadece 1 sayfa ayrılırken, milyonlarca üreticinin yakıcı sorunlarına yönelik hiçbir somut çözüm yok.

Tarımda sanayi ve gıda endüstrisi etkileşimini önceleyen iktidar ‘sözleşmeli üretim’ ile çiftçi ve besicilerin yerli ve küresel gıda tekellerine, market zincirlerine bağımlı kılınmasını ve bu modelin yaygınlaştırılmasını OVP öncelikleri arasında sayıyor. Tarımsal üretimde ‘verim artışı’ gerekçesiyle ekilemeyen tarım arazileri için üreticiye destek yerine, kısa süre önce Cumhurbaşkanı kararıyla uygulamaya konulan arazilere el koyup kiralama yöntemine OVP’de yer veriliyor. Bir yandan fosil yakıtla çalışan, hava ve çevre kirliliğiyle başta kanser olmak üzere hastalık yayan termik santrallara linyit için binlerce dönüm zeytinlik, verimli tarım arazileri, su kaynakları iktidar müteahhitlerinin çıkarlarına feda edilirken, OVP’de ise tarıma yeşil enerji vaat ediliyor. İcraatlar ortada iken inandırıcılıktan yoksun şekilde jeotermal, rüzgâr, güneş ve biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılacağı Organize Tarım Bölgeleri’nin kurulacağı vurgulanıyor.

Yeni OVP’deki başlıklarından birisi üretici maliyetlerinin azaltılarak tüketicilerin sebze-meyve ve diğer tarım ürünlerine uygun fiyatlarla erişimini sağlamak için büyükşehirlerin çeperlerinde tarımsal faaliyetin desteklenmesi reformu! Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere CHP’li büyükşehir belediyelerinin 2019’dan beri uyguladığı bu modelle şehirlerin çevresi ve kırsal bölgelerinde on binlerce üretici beş yıldır destekleniyor. İktidarın bütçede açıklayıp bir yıl sonra ödediğinin çok üstünde parasal katkı yanında bedava tohum, gübre, mazot, işçilik, ambalaj, nakliye vb. desteklerle gerçekleştirilen et, süt, yumurta, bitkisel ürünler belediyelerce gerçek değerinden satın alınıp, tüketiciye ucuz fiyattan ulaştırılıyor. İktidar, CHP’li belediyelerin yıllardır uyguladığı modeli kopyalayıp, ‘Tarımda reform’ diye OVP’de pazarlıyor. 22 yıldır gerçekleşmeyen Genel Tarım Sayımı ve Tarım Envanteri yeni OVP’de yinelenirken, ‘yapay zekanın tarıma uygulanması’ vaatlere ekleniyor. IMF’nin koşulları arasında yer alan ‘tarımsal ürün alım bedellerinin belirlenmesinde geçmiş enflasyona endekslemeden vazgeçilmesi’ OVP ile taahhüt ediliyor. Dolayısıyla ürün taban fiyatları 2025’te IMF şartı uyarınca OVP’deki yüzde 17,5 enflasyon hedefi oranında artırılacak ve üreticinin alın teri IMF’ye feda edilecek. Zaten enflasyonun çok altındaki taban fiyatlar tümüyle üretici aleyhine dönecek. Üretimden kopuş hızlanacak.

OVP, iktidarın 22 yıllık tarım politikalarının IMF koşullarıyla üreticiyi iyice dışlayan, üretimden kopuşu hızlandıran yönde ilerleyeceğini gösteriyor. Yeni OVP ile ülke tarım, hayvancılık ve gıda sektörlerinin küresel gıda zincirleri ve tekellere teslim edilmesinin altyapısı hazırlanıyor!       

  1. Almanya’nın eski Doğu Almanya sınırındaki iki doğu eyaletindeki seçimlerden aşırı sağcı AfD’nin büyük zaferle birinci parti çıkması gerek Almanya’da gerekse Avrupa’da endişe yarattı. Aşırı sağ eğilimlerdeki yükseliş Almanya seçiminde zirveye çıkarken, popülist sol partideki oy artışı da seçmenlerin radikalleştiğini gösterdi.

Almanya’nın doğu bölgesindeki en büyük iki eyaleti olan Thrüngen ve Saksonya’da 1 Eylül’de yapılan eyalet parlamentosu ve hükümet seçimlerinde aşırı sağcı AfD’nin oy patlaması yaparak birinci parti konumuna yükselmesi Almanya ve Avrupa’da endişeleri büyüttü. Almanya’nın tarihi iki büyük partisinden birisi olan iktidardaki Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Hristiyan Demokrat Parti (CDU) oy kaybı yaşadı. Başbakan Olaf Scholz’un ağır seçim yenilgisi sonrasında 2025’teki genel seçimlere kadar iktidarda kalması güçleşirken erken seçim tartışmaları başladı.

Bir süredir hemen her seçimde oylarını artıran Nazi-Faşist çizgideki aşırı sağcı, yabancı karşıtı Almanya için Alternatif Partisi (AfD), aldığı rekor oyla 2. Dünya savaşından bu yana Almanya’da aşırı sağın en büyük siyasi başarısının sahibi oldu.  SPD’li Başbakan Olaf Scholz’un Yeşiller ve Liberallerle ortak koalisyon hükümetinin akıbeti eyalet seçimleri sonrası tartışılmaya başlandı. Ancak Başbakan Scholz istifayı düşünmediğini, seçim sonuçlarının acı verici olduğunu belirterek tüm demokratlara birleşme çağrısı yaptı. Almanya’daki hemen tüm siyasi partiler aşırı sağcı AfD ile koalisyon kurmayacaklarını ilan ederken, geçen yıl Sol Parti’den ayrılan Sarah Wagenknecht’ın kendi adıyla kurduğu popülist-radikal sol parti Sarah Wagenknecht İttifakı’nın (BSW) seçimde elde ettiği başarı BSW’yi kilit konuma getirdi. Almanya parlamentosunda temsil edilen tüm siyasi partilerin AfD’ye karşı yakındığı tutum ve bu parti ile koalisyon kurmayacaklarını açıklamaları, Almanya siyasetinin ‘güvenlik duvarı-Cordon Sanitaire’ olarak adlandırılıyor. AfD’nin daha önce yerel yönetim seçimlerindeki başarısıyla birçok yerde belediye başkanlığı ve belediye meclislerinde çoğunluğu kazanması, eyalet seçimlerinde oylarını daha da yükseltmesi, özellikle Almanya’daki yabancılar ve göçmen kökenliler arasında kaygıları büyüttü. Alman ve göçmen kökenlilerin Sivil Toplum Kuruluşları, AfD’nin iktidara gelmesi ya da koalisyona girmesinin engellenmesi için diğer partilere çağrılar yapıyor. Başta 4 milyona yaklaşan Türk kökenli Alman vatandaşları olmak üzere Almanya’da yaşayan yabancıların kaygıları artıyor. Seçim sonuçlarını ‘tarihi zafer’ olarak nitelendiren AfD eş genel başkanları Tino Chrupalla ve Alice Weidel kendileriyle koalisyon kurmayacaklarını ilan eden diğer partilere seçmenin siyasi iradesine saygı gösterme çağrısında bulundular. İki büyük eyaletteki seçimler sonrası eyalet hükümeti için koalisyon müzakereleri AfD dışında başlatıldı. Pazarlıklar SPD, CDU ve popülist sol parti SWB arasında yürütülecek. Yeşiller ve Liberaller yüzde 5 seçim barajını aşamadığı için parlamento dışında kaldı.

Seçim yenilgisiyle iyice güç yitiren Başbakan Scholz’un partisi SPD’nin gerek eyaletlerde gerekse 2025 genel seçiminde CDU ile Büyük Koalisyon kurması Almanya’yı istikrarsızlığa sürükleyecek olası AfD iktidarının önünü kesecek tek siyasi seçenek olarak görülüyor.

Etiketler
  YORUMLAR 0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  DİĞER SİYASET Haberleri
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ
Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI