CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/15 Ekim 2023

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak Her hafta yayımladığı 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nu yayımladı. Türkiye ve Dünya Gündemi olarak yayımladığı raporu Sıcak gündem, Ekonomi, Tarım, İç politika, Dış politika başlıklarıyla komuoyu ile paylaştı.
 Tarih: 15-10-2023 13:12:27
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/15 Ekim 2023

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'ın 15 EKİM 2023 tarihli raporu şöyle:

TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ   

SICAK GÜNDEM

IMF’nin tavsiyesiyle ‘düşük maaş-düşük zam’ talimatını kabul ettiği anlaşılan iktidar; emekli, dul ve yetimlerin taleplerine karşı duyarsız bir tavır sergiliyor. Milyonlarca emekliyi ‘sosyal atık’ ilan edip, ‘çalışan-çalışmayan’ diye ayrıştırıyor!

Eğitim sisteminin her kademesinde ‘barınma ve beslenme’ sorunu yakıcı hale geldi. Avrupa’da öğrenciler burs ve devlet destekleriyle dünyayı dolaşırken, Türkiye’de okul kantininde yemek yiyemiyor!

İÇ POLİTİKA

Irak ve Suriye’ye sınır ötesi harekât yetkisinin 2 yıl daha uzatılmasını içeren Cumhurbaşkanlığı tezkeresinde, yabancı silahlı kuvvetleri Türkiye’ye davet etme yetkisi de isteniyor! Davet edilecek yabancı kuvvet, ÖSO mu?

Türkiye, ‘Dünya Kız Çocukları Günü’ karar tasarısını 2012’de Birleşmiş Milletlere sunan üç ülkeden birisiydi. 11 yıl sonra, kız çocuklarının en ağır baskı, taciz, istismar, ve eğitimsizliğe mahkum edildiği ülkelerden birisinin Türkiye olması, acı veriyor!

EKONOMİ

Cari açık, ağustos sonunda 43,1 milyar dolara yükseldi. Net Hata ve Noksan kalemindeki kaynağı belirsiz dövizlerde, seçim öncesi üç ayda 15 milyar dolarlık çıkış, seçim sonrası üç ayda 16,1 milyar dolar giriş gerçekleşmiş!  

IMF Türkiye raporunda; enflasyon, işsizlik ve cari açığın artacağı, döviz açığı ve kurlarda yükselişin süreceği, ağır ve radikal önlem alınmazsa krizin derinleşerek devam edeceği vurgulanıyor!

Ağustos’ta TÜİK’in işsiz sayısındaki 56 bin düşüşe karşılık, bunun yaklaşık üç katı yeni işsiz İŞKUR’a işsizlik ödeneği için başvuruda bulunmuş. TÜİK verilerinde resmi işsiz sayısıyla geniş tanımlı işsizler arasındaki devasa fark, güvenirliği zedeliyor!  

TARIM

İktidar, market zincirlerine indirim çağrısı yaptı. Gıda market zincirleri yüzde 50’ye varan indirim kampanyaları açıklarken, ette hem fiyatlar artıyor hem de halkın et tüketimi azalıyor. Besicilere verilen destek tutarı, bir torba yeme yetmiyor!

DIŞ POLİTİKA

Suriye’de TSK’ya ait SİHA’yı düşüren ABD, Başkan Biden’ın imzaladığı kararnameyle Türkiye’yi ‘ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit’ ilan etti. Acil Durum kararnamesinin süresini bir yıl daha uzattı. Dışişleri, karara sert tepki gösterdi!

İsrail ile Hamas arasında başlayan ve Gazze’nin ağır bir insani felaketle karşı karşıya kalmasına yol açan savaş, Doğu Akdeniz’de sıcak gelişmeleri ve çatışmaların bölgeye yayılmasını tetikleyebilir!

İktidar, ‘çalışmayan emekliye bir kereliğine 5 bin TL ödeme’ düzenlemesiyle 16 milyon emekli, dul ve yetimi, aileleriyle birlikte 25 milyon kişilik bir toplum kesimini ‘Sosyal Atık’ ve ‘Bütçeye Yük’ ilan etti. Milyonlarca emekliyi ‘çalışan-çalışmayan’ diye ayrıştırarak, yoksulluğun siyasi istismarını yasa hükmüne dönüştürdü!

Cumhurbaşkanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Hazine ve Maliye Bakanı ‘üzerinde çalışılıyor’ diyerek milyonlarca emeklinin umut ve beklentilerini aylardır istismar ettikten sonra, geçen hafta 16 milyon emekliyi ‘sosyal atık’ ilan eden yasa düzenlemesi torba yasaya eklendi. İktidar, emeklilerin seyyanen zam, kök maaşlarda enflasyonla orantılı artış beklediği süreçte sadece çalışmayan emeklilere bir defaya mahsus 5 bin TL ödeme yapmayı kararlaştırdı. Emekli olduğu halde maaşı yetmediği için çalışanlar ödeme kapsamı dışında tutularak cezalandırıldı. SGK’ya kayıtlı şekilde Sosyal Güvenlik Dayanışma Primi ödeyerek çalışan 3,8 milyon kişi bu ödemede kapsam dışı bırakıldı. Yasaya uyup kayıtlı şekilde çalışan, yıllarca prim ödeyip emekli olduğu halde, şimdi de çalıştığı için SGK’ya dayanışma primi ödeyen milyonlarca emekli bu düzenlemeyle ‘kayıt dışı veya kaçak çalışmaya’ teşvik ediliyor. Yasaya uyduğu için cezalandırıyor.

En düşük emekli aylığının 7500 TL, açlık sınırının 14 bin, yoksulluk sınırının 42 bin TL olduğu bir ekonomik tabloda bir kereliğine verilecek 5 bin TL’nin hiçbir derde derman olmadığı apaçık. Bu yetersiz ve anlamsız ödemede bile emeklilerin ayrımcılığa tabi tutulması, anayasamızın eşitlik ilkesine aykırı, hukuksuz bir düzenlemedir. Kaldı ki torba yasaya eklenen madde ile 5 bin TL üzerinden dul ve yetimlere yapılacak ödeme dosya başına ve aylık bağlama oranına göre verilecek. Dul ve yetim aylığı alan 4 milyon 153 bin SGK’lı bulunuyor. En düşük emekli aylığı 7500 TL olmasına karşın bu kişiler yüzde 50-70 arası aylık bağlama oranına göre şu anda 3250-5250 TL arasında aylık alıyor. 5 bin TL’lik ödemenin 2500-3500 TL’si verilecek.  

Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan, emeklilere yapılacak ödemenin bütçeye 61 milyar TL ‘yük’ getirdiğini iktidar olarak ‘fedakarlık’ yaptıklarını savunurken emeklileri bütçeye yük gördüklerini itiraf ediyor.  

Kur Korumalı Mevduata (KKM) 6 ayda bütçe ve Merkez Bankası kasasından 150 milyar TL ödendiğini, bu tutarın 350 milyar TL’ye ulaştığını söylemiyor.

Emekli dernekleri ve sendikalar iktidarın düzenlemesine; ‘Biz yıllarca çalışarak, üreterek, prim ödeyerek ülkemize katkı verdik. Emekliye sosyal atık muamelesi yapılmasını kabul etmiyoruz’ diye tepki gösterdi. Emekli örgütleri memurlara verilen 8 bin TL seyyanen zammın tüm emeklilere verilmesini, artışın kök maaşa yansıtılmasını, Cumhuriyet ikramiyesinin en az 10 bin TL olmasını talep ediyor.    

IMF’nin tavsiyesiyle ‘düşük maaş-düşük zam’ talimatını kabul ettiği anlaşılan iktidar; aileleriyle birlikte 25 milyona ulaşan emekli, dul ve yetimlerin haklı tepkilerine, taleplerine ve çağrılarına karşı duyarsız bir tavır sergiliyor. 5 bin TL ile göz boyama, günü kurtarma peşinde olduğunu gizlemiyor!

Eğitim sisteminin her kademesinde ‘barınma ve beslenme’ sorunu yakıcı hale geldi. Yüksek öğrenimde Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) yurt kayıtları ve burs başvuruları başlamasına karşın milyonlarca öğrenci, 800 bin kapasiteli KYK yurtlarından dolayı açıkta ve barınma sorunu yaşıyor!

İzmir’de üniversite yemekhanesinde yemeğin fiyatını yüzde 250-300 artırarak 6 TL’den 1520 TL’ye yükselten devlet üniversitelerinde kararı protesto eden öğrenciler, polis müdahalesiyle gözaltına alındı.  

Devlet üniversitelerinin yemekhanelerini özelleştiren ve sosyal devletin yükümlülüğü  olan sübvansiyonlu öğrenci yemeğini kar-kazanç kapısına dönüştüren iktidar rektörleri, üniversiteleri karakola çevirip sesini yükselten öğrencilerini yaka-paça okuldan atıyor. 

Yeni Akademik Yıl Açılışını atadığı rektörleri Saray’a çağırarak yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise üniversitelerdeki baskıcı, yasakçı, dayakçı ve dayatmacı tablo kendi eseri değilmiş gibi; ‘Üniversitelerimizin bir daha asla yasakla, baskıyla, kavgayla veya ideolojik dayatmalarla anılmasına müsaade etmeyeceğiz’ diyor. Öğrencilerin barınma ve beslenme sorunlarını duymazlıktan gelen iktidar, yemek fiyatlarına yapılan yüzde 250 oranındaki zamları, Kredi Yurtlar Kurumu’nun (KYK) yurt ücretlerine yaptığı zamları, ranza eklenerek 15-20 kişiye çıkartılan yurt odalarını protesto eden öğrencileri ‘terörist, hazımsız marjinal, bozguncu’ ilan ediyor.

On binlerce üniversite öğrencisi yurtların yetersizliği, kiraların yüksekliği nedeniyle başka ilde kazandığı üniversiteye gidemiyor. Kaydını donduruyor. Öğrenci Yaşam Maliyeti Araştırması’na göre 800 bin üniversite öğrencisinin olduğu İstanbul’da özel yurttaki bir öğrencinin aylık yaşam maliyeti bir yılda yüzde 184, üç kişilik evde kalan öğrencinin aylık yaşam maliyeti yüzde 134 arttı. Pek çok üniversite öğrencisi eğitimini sürdürebilmek için, vasıfsız-güvencesiz-düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalıyor.  

Avrupa’da öğrenciler burs ve devlet destekleriyle dünyayı dolaşırken, Türkiye’de gençler, okul kantininde yemek yiyemiyor. Otobüs biletine, yurt ücretine yetişemiyor. Akademik kadrolar partizan şekilde dolduruluyor. Özel Vakıf Üniversitelerinde eğitim ücretlerine yüzde 500-600’e varan zamlar yapılırken, akademisyenler ve öğretmenler asgari ücret düzeyinde ücretlerle çalıştırılıyor.

Derslik açığının on binlerle ifade edildiği devlet okullarında 60-70 kişilik sınıflarda eğitim görmek zorunda kalan öğrenciler, yeterli hizmetli, hademe, personel olmadığından temizlik, hijyen, sorunlarıyla boğuşuyor. Öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek uygulaması, ‘bütçede para yok’ bahanesiyle 2026’ya kadar ertelendi.  

İktidarın ekonomik ve sosyal politikalarıyla milyonlarca öğrencinin yatacak yeri, yiyecek yemeği yok. Milli Eğ itim Bakanı, öğretmenlerin ölçüsünü  alıp beyaz onluk mecburiyeti getirirken, ders zilinden önce ücretsiz öğünü  kesilen milyonlarca öğrencinin midesi açlıktan zil çalıyor!

Irak ve Suriye’ye sınır ötesi askeri operasyon yetkisinin 2 yıl daha uzatılmasını içeren Cumhurbaşkanlığı tezkeresinde, Cumhurbaşkanına yabancı silahlı kuvvetleri Türkiye’ye davet etme yetkisi de isteniyor. İktidar, milyonlarca Suriyeli-Afgan Türkiye’de iken şimdi de eğitip donatıp maaşa bağladığı Suriyeli milisleri mi getirecek?

İçişleri Bakanı, Türkiye’de kayıtlı-düzenli göçmen sayısının yaklaşık 5 milyon ve bunların 3 milyon 700 bin kişisinin Suriyeli sığınmacılar olduğunu açıkladı. Suriyelilerin ardından Afgan ve Iraklılar geliyor. Resmi açıklamalara göre ikamet izinleriyle birlikte ülkedeki yabancı sayısı 6,5 milyona ulaşıyor. Ancak hepimizin bildiği gibi düzensiz göçmenler, kaçak göçmenlerle birlikte bu sayı çok daha yükseğe çıkıyor. Bu da ülke asayişi, güvenliği, toplumsal huzur açısından çok ciddi bir risk unsurunu oluşturuyor.

Tablo böyle iken milyonlarca sığınmacıya yıllardır ev sahipliği yapan Türkiye’nin sınır güvenliği giderek hayati önem kazanıyor. Sınır ötesi operasyonlar sıklıkla ifa ediliyor. Son olarak geçen hafta TBMM’ye gönderilen Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi ile TSK’nın Irak ve Suriye’ye yönelik askeri harekat, sınır ötesi operasyon düzenlemesi, TSK’nın yurt dışına gönderilmesi için Cumhurbaşkanına tanınan yetkinin 30 Ekim 2023’te dolacağı gerekçesiyle, TBMM’den bu yetkinin 2 yıl daha uzatılması istendi.

Tezkerede dikkat çeken hususlardan birisi amacı-kapsamı-hedefi Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmek üzere, yabancı silahlı kuvvetleri Türkiye’ye davet etmek için de Cumhurbaşkanına TBMM’nin yetki vermesi. Diğer deyişle TBMM’ye ait olan bu yetkinin Cumhurbaşkanına devredilmesi! Tezkerenin ilgili bölümünde bu çerçevede şu ifadeler yer alıyor; ‘Hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak u zere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olmak u zere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin

Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması’

İktidar sözcüleri ve CB Erdoğan, Türkiye’ye davet edilmek istenen ‘yabancı silahlı kuvvetlerin’ kim ya da hangi ülke olduğu yönündeki sorulara karşı yanıt vermekten kaçınıyor. Suskunluğu tercih ediyor. 

Terör örgütlerine sınır ötesi operasyon yıllardır yapılıyor. Suriye’deki operasyonda bir SİHA’mız ABD tarafından düşürüldü. YPG ile ittifak yapan, SİHA’yı düşüren ABD ve 33 askerimizi şehit eden Rus askerlerinin daveti söz konusu olamaz.  

Bu çerçevede; sınırlarımızda Esad yönetimine karşı yıllardır eğitilip donatılan, maaşa bağlanan, Özgür Suriye Ordusu (Ö SÖ) veya Suriye Milli Ordusu (SMÖ) diye anılan Suriyeli milis güçleri akla geliyor! Şam yo netimi normalleşme için terör örgütü saydığı Ö SÖ-SMÖ’nun lağvedilip silahsızlandırılmasını şart koşuyor. İktidar Ö SÖSMÖ’yu Türkiye’ye dahil edip içeride terörle mücadele veya güvenlik amacıyla kullanmayı mı planlıyor? Milli Savunma Bakanı, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde TBMM’ye açıklamada bulunmalıdır.

Türkiye, 11 Ekim’in ‘Dünya Kız Çocukları Günü’ olarak kutlanmasını içeren karar tasarısını 2012’de Birleşmiş Milletlere sunan üç ülkeden birisiydi. Kabul edilen karardan 11 yıl sonra, dünyada kız çocuklarının en ağır baskı, taciz, istismar, eşitsizlik ve eğitimsizliğe mahkum edildiği ülkelerden birisinin Türkiye olması, acı veriyor!

Türkiye, Kanada ve Peru tarafından hazırlanan ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kuruluna sunulan karar tasarısı, 2012 yılında 193 üye ülkenin tamamının oylarıyla kabul edilerek her yıl 11 Ekim’in ‘Dünya Kız Çocukları Günü’ olarak kutlanması kararlaştırıldı. Peru insandan sayılmayan kız çocuklarının en ağır şartlarda varlığını sürdürmesine karşı, toplumsal duyarlılık ve farkındalık için tasarıya katıldı. Kanada, ülkenin kuruluşunda 50 binden fazla Kızılderili çocuğun açılan hapishane benzeri okullarda planlı asimilasyon ve katliamla yok edilip toplu mezarlara gömülmesinden dolayı 2008’de özür dilemişti.  

Türkiye ise 2011’de Kadının Korunması, Kadınlara ve Çocuklara dönük cinsel ayrımcılık, şiddet, istismar, tecavüz, cinayetlerin vb. önlenmesi, kadının toplumsal statüsünün ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin güvenceye alınması adına İstanbul Sözleşmesi’ne öncülük ettikten sonra, 2012’de de Dünya Kız Çocukları Günü için karar tasarısı hazırlayan öncü üç ülkeden birisiydi. Tüm ülkelerin oyuyla kabul edilen kararda; BM’nin ‘Binyıl Kalkınma Hedeflerine’ ulaşılması, kız çocuklarının kendileriyle ilgili kararlara katılımı yönünde desteklenip güçlendirilmesi, eğitimlerine ve toplumsal varlıklarının güçlendirilmesine yatırım yapılması öneriliyordu.  

Acı olan bu tasarıyı hazırlayıp tüm dünyaya onaylatan Türkiye, aradan geçen 11 yılda iktidarın politikaları ve uygulamalarıyla dünyada kız çocuklarının, kadınların en ağır baskı, ayrımcılık, şiddet, eşitsizlik, cinayet ve istismarlarla karşı karşıya olduğu, haklarının kısıtlandığı, hayatlarının ve varlıklarının değersizleştirildiği ülkelerden birisi olarak ön sıralarda yer alıyor. BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun rapor ve araştırmalarına göre kız çocukları dünyanın pek çok ülkesinde hâlâ en ağır koşullarda varlık ve yaşam mücadelesi veriyor. Çocuk gelinlerde Avrupa’da birinci, dünyada ilk sıralardaki Türkiye, kız çocuklarının toplumda, ailede, okulda, tarikatlarda istismarına karşı cezasızlığın yaygınlaştığı bir ülkeye dönüştü. 11 yıl önce, tüm dünyaya kız çocuklarına sahip çıkma çağrısı yapan AKP iktidarının 2023’te vaat ettiği Türkiye Yüzyılında, yüz binlerce kız çocuğu hâlâ okula gidemiyor. Çocuk yaşta evlendirilen, doğum yapan, kız çocuğu sayısı geçen yıl 21 bin oldu. 2022’de çocuk istismarı davaları önceki yıla kıyasla yüzde 32,5 artarken, çok sayıda küçük kız çocuğu taciz ve tecavüze uğradı. Öldürülüp dere kenarı, kuyu ve ormana atıldı. Aile ve Sosyal Yardımlar Bakanlığı yurtlarına emanet edilen kız çocuklarının fuhuş, uyuşturucu, tecavüz, intihara sürüklenmesi kabul edilemez.

Kız çocukları, varlıklarının ve geleceklerinin güvencede olduğu, eğ itim ve ekonomik bağımsızlıklarının sosyal devlet yükümlülüğünde sağlandığı bir Türkiye’de özgüvenle yaşamayı fazlasıyla hak ediyor. Bunu sağlayacak insani, toplumsal ve yasal altyapıyı kurmak sadece yılda bir gün anmayla değ il, yaşamın her alanında hepimizin sorumluluğu, kız çocuklarına ve tu m çocuklara borcumuzdur.   

Cari açık, ağustos sonunda 43,1 milyar dolara yükseldi. Orta Vadeli Program’da yılsonu için öngörülen 42,5 milyar dolarlık hedef, sekiz ayda aşıldı. Seçim öncesi hızla çıkış yaşanan Net Hata ve Noksan kalemindeki kaynağı belirsiz dövizlerde, seçim sonrası üç ayda 16 milyar dolar giriş gerçekleşmesi dikkat çekiyor!

Merkez Bankası (MB) tarafından açıklanan Ödemeler Dengesi rakamlarına göre cari işlemler açığı ağustos ayında 619 milyon dolar oldu. Ocak-Ağustos dönemi cari açık toplamı 43,1 milyar dolara yükseldi. Bu gelişmeyle, OVP’de bu yılın tamamı için 42,5 milyar dolar olarak öngörülen cari açık hedefi aşıldı. Ağustos ayındaki 619 milyon dolarlık açıkla sekiz ayda 43 milyar 132 milyon dolara ulaşan cari açık geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 23 arttı. OVP’deki 42,5 milyar dolarlık yılsonu hedefinin tutturulabilmesi için yılın kalan dört ayında cari açık verilmemesi, en azından bir ayda cari fazla verilmesi gerekiyor. Ticaret Bakanı Ömer Bolat, eylül ayında cari fazla verileceğini ve OVP’deki yılsonu hedefinin tutturulacağını savunuyor.

İhracatta yavaşlama belirgin hale gelirken, ithalatta düşüş yaşanmasına karşın eylül ayında 5 milyar dolar dış ticaret açığı verilmesi Bakanın tezinin tutmasının zor olduğunu gösteriyor. 

Kaldı ki, ithalattaki düşüş ağırlıkla ihracata dönük üretim yapan imalat sanayinin ara ve yatırım malı, hammadde ithalatındaki azalmadan kaynaklanıyor. Devam eden Rusya-

Ukrayna savaşı ve İsrail-Filistin savaşının başlaması, petrol fiyatlarında yükselişe yol açtı.  

Bu da Türkiye’nin enerji ithalatı faturasının ve cari açığın önümüzdeki aylarda artması anlamına geliyor.

Ödemeler dengesinde dikkat çeken bir başka çarpıcı unsur, Net Hata ve Noksan kaleminde (NHN) görülüyor. Kaynağı belirsiz döviz giriş-çıkışlarını yansıtan NHN’de seçim öncesi ciddi çıkışlar oldu. Bu kalemdeki dövizlerde yurt dışına kaçış yarışı yaşandı. Muhtemelen iktidarın değişeceği endişesiyle ciddi tutarda döviz Türkiye’den çıkarıldı. Marttan mayıs sonuna kadar sürekli ekside olan NHN’de her ay artan tutarda döviz çıkışı gözleniyor. Mayısta 8,7 milyar dolarlık çıkış mart-mayıs döneminde 15 milyar dolara ulaştı. Seçim sonrası NHN’deki döviz girişi hızlandı. Haziranda 8 milyar dolar kaynağı belirsiz döviz girişi yaşanırken, temmuzda da 3,6 milyar dolar geldi. Ağustos rakamlarında ise NHN’de 4,5 milyar dolar kaynağı belirsiz döviz girişi görülüyor. NHN’de seçim öncesi üç ayda 15 milyar dolarlık çıkış, seçim sonrası üç ayda yerini toplam 16,1 milyar dolar kaynağı belirsiz döviz girişine bırakmış!

Kaynağı belirsiz milyarlarca dolarlık bu ğiriş-çıkışların şeffaf şekilde izahı erek. Bu milyar dolarlar kimin, kaynağı ne? Muhtemelen bu milyar dolarların sahipleri, iktidarın güvencesiyle, kaynağının sorulup-sorgulanmayacağından, kazançlarının vergilendirilmeyeceğinden emin oldukları için seçim öncesi yurt dışına taşıdıkları paralarını geri getirmeye başladılar. Rasyonele geçtiğini söyleyen şeffaf bir ekonomi yönetimi bu soruları yanıtlamaktan kaçamaz.  

IMF Türkiye raporunda; enflasyon, işsizlik ve cari açığın artacağı, döviz açığı ve kurlarda yükselişin süreceği vurgulanıyor. IMF, daha çok zamla bütçede gelir artışı, daha yüksek faiz ve vergiye karşılık, maaş zamlarının daha düşük tutulmasını istiyor. Ağır ve radikal önlem alınmazsa krizin derinleşerek devam edeceğini söylüyor!

Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın ‘IMF’ye borç verecek durumdayız’ söylemine karşılık, Fas’taki Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası yıllık toplantılarına katılan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan IMF, Dünya Bankası, uluslararası fonlarla borç için ikna pazarlığı yaptı. Toplantılarda enflasyonla mücadele için faizleri yükseltmeyi vaat eden Hazine ve Maliye Bakanı, ekonomide olumlu sonuçların en erken bir yıl sonra görülebileceğini ifade etti. MB Başkanı, ikili görüşmelerde swap imkanı için yoğun çaba sarfederken Dünya Bankası’ndan da finansal destek ve taze kredi müzakereleri yürüttü. Bu arada Türkiye’yi yeniden ‘yakın izlemeye’ alan IMF, iktidarın talebiyle Türkiye’ye gönderdiği heyetin eylül ayında yaptığı incelemeler sonunda hazırladığı raporu geçen hafta açıkladı.

IMF Türkiye Masası uzmanlarının hazırladığı raporda; iktidarın seçim sonrası uygulamaya geçtiği ekonomi politikalarındaki değişiklikten memnuniyet duyulduğu belirtilirken, makro dengelerdeki kötü tablonun kısa sürede düzelmeyeceği, krizin devam edeceği vurgulanıyor. Orta Vadeli Program’da (OVP) öngörülen hedeflerin aksine enflasyon, işsizlik, cari açık artmaya, döviz açığı ve kurlar yükselmeye devam edecek. Büyüme hızı yavaşlayacak, yatırımlar büyük ölçüde duracak. IMF, OVP’deki yılsonu enflasyonunun yüzde 67 ve üzerinde gerçekleşeceğini öngörürken, 2024 enflasyonunun ise yüzde 42 oranını bulacağını dile getiriyor. Toplam yatırımların milli gelire oranının önümüzdeki beş yıl boyunca kesintisiz şekilde düşeceği vurgulanıyor. IMF, içinde bulunulan ekonomik tablo ve süren kriz ortamı nedeniyle toplam yatırımların milli gelire oranının; 2023’te yüzde 24,5’e, 2024’te yüzde 17,6’ya, 2025’te yüzde 13,7’ye, 2026’da yüzde 12,3’e, 2027’de yüzde 11,5’e, 2028’de yüzde 11’e düşeceğini öngörüyor.

IMF’nin yatırımların gerileyeceği yönündeki tespiti, üretimin düşeceği, ihracatın yavaşlayacağı, istihdamın azalacağı anlamına geliyor. TÜİK’in bu yılın ikinci çeyreğine ilişkin son büyüme verileri IMF’yi teyit ediyor. Sanayi sektörü büyüme hızı, 2023 2. çeyrekte eksi yüzde 2,6 oldu. Ödemeler dengesi de IMF’yi doğruluyor. Doğrudan yabancı yatırım sermayesi gelmiyor. 4 milyar dolara varan yerli yatırım sermayesi yurt dışına gitti. Raporda, enflasyonun düşürülmesi için politika faizinin daha fazla artırılması, kamu harcamalarında tasarruf, bütçe gelirlerinin artırılması için mal ve hizmetlere zam, vergilerde artış öneriliyor. Maaş zamlarının hedeflenen enflasyona göre yapılması isteniyor. Bakan Şimşek, maaş artışlarının hedef enflasyona göre yapılacağını ilan etti.

İktidar, çaresiz ve borç bulmak için IMF’nin isteklerini aşama aşama hayata geçirecek. Faiz artışı sürecek. Başta elektrik, doğalgaz, akaryakıt vb. zamlar ve veri artışlarıyla, geçim sıkıntısını, işsizliği, yoksulluğu artıracak ağır kemer sıkma kararları içinse muhtemelen yerel seçimi atlatmayı bekleyecek.

TÜİK, ağustosta işsiz sayısının 56 bin kişi azalarak 3,2 milyona, işsizlik oranının yüzde 9,2’ye indiğini açıklarken, İŞKUR aynı ayda işsizlik maaşına başvuran işsiz sayısının 133 bin kişi olduğunu duyurdu. Bu derin çelişkinin ötesinde geniş tanımlı işsizliğin yüzde 23’e yükselmesi, işsiz sayısının 8 milyonu aştığını gösteriyor!

Orta Vadeli Program’da (OVP) bile ekonomi yönetimi yılsonunda işsizlik oranının yüzde 10’u aşacağını hedeflerken, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ağustos ayında işsizlik oranının 0,2 puan düşüşle yüzde 9,2’ye indiğini, işsiz sayısının ise bir ayda 56 bin kişi azalışla 3 milyon 223 bin kişiye gerilediğini açıkladı. Buna karşılık İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun (İŞKUR) aynı aya ilişkin yayınladığı bültende ağustosta işsizlik maaşı almak için başvuruda bulunan işini kaybetmiş kişilerin sayısı 133 bin olarak yer aldı.  

TÜIK’in işsiz sayısındaki 56 bin düşüşe karşılık, bunun yaklaşık u ç katı yeni işsiz IŞKUR’a işsizlik ödeneği için başvuruda bulunmuş.

TÜİK verilerinde resmi işsiz sayısıyla geniş tanımlı işsizler arasındaki devasa fark, güvenirliği zedeliyor. TÜİK’in ‘Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizler’ olarak tanımladığı Atıl İşgücü güncel istihdam literatüründe ‘Geniş tanımlı işsizlik’ olarak adlandırılıyor. Çalışabilecek durumda ve konumda olduğu halde iş bulamayan, çalışamayan, istihdam olanağı sağlanamayanları ifade eden atıl işgücü-geniş tanımlı işsizlik oranı TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre temmuzda yüzde 19,2 iken ağustos ayında yüzde 23’e yükselmiş. Dolayısıyla atıl işgücü-geniş tanımlı işsiz sayısı geçen yılın aynı ayına kıyasla bir yılda 1 milyon 433 bin kişi artarak 7,4 milyondan, 8,8 milyon kişiye yükselmiş.  Diğer deyişle TÜİK’in dar tanımlı olarak 3,2 milyon kişi açıkladığı işsiz sayısı ve yüzde 9,2’ye indiğini söylediği işsizlik oranı gerçekte yüzde 23 ve işsiz sayısı da 8,8 milyon kişi. Bir başka açıdan bakıldığında söz konusu yüzde 23 oranı, neredeyse çalışma çağında, çalışabilecek durumda olan yaklaşık her 4 kişiden birisinin işsiz olduğunu ifade ediyor. Bir başka dikkat çeken çelişki; ağustos ayında işsiz sayısı bir ayda 56 bin kişi azalırken, istihdam edilenlerin sayısı bir önceki aya göre bin kişi artmış. İstihdam edilenlerin sayısı 31 milyon 686 bin kişi olurken istihdam oranı değişmeksizin yüzde 48,4 olmuş. Bir önceki aya göre 0,1 puan azalan işgücüne katılım oranı yüzde 53,3 olurken, toplam işgücü 34 milyon 909 bin kişi. Kadınların istihdamındaki düşüş sürerken işgücüne katılım oranı yüzde 31,5 düzeyine geriledi. Daha fazla üretim, istihdam ve refaha ihtiyacı olan, milli gelir pastasını büyütmesi elzem haldeki Türkiye’de nüfusun yarısını oluşturan kadınların sadece üçte birinin ekonomiye ve üretime katkı vermesi toplumsal refah kaybının ve milli geliri büyütememe sorununun temel unsurlarından birisi.

Resmi işsizlik oranını yüzde 9,2 olarak açıklayan TÜ I K’in hesaplamalarına göre 1524 yaş grubu genç nüfustaki genel işsizlik yüzde 17,2. Genç ve eğitimli işsizlerde erkek işsizlerin oranı yüzde 14,2 olurken, genç kadınlarda bu oran yüzde 22,7 düzeyinde. Genç işsizliğin resmi işsizlik oranının iki katına yaklaştığı, kadın ve erkek genç-eğitimli işsizler ordusunun milyonlarca kişiye ulaştığı bu tablo, ülkenin geleceği adına umut kırıcı, endişe vericidir!

İktidar, Cumhuriyetin 100’üncü yılında market zincirlerine indirim çağrısı yaptı. Gıda market zincirleri yüzde 50’ye varan indirim kampanyaları açıklarken, ette hem fiyatlar artıyor hem de halkın et tüketimi azalıyor. Besicilere hayvan başına verilen destek tutarı, güncel enflasyon ve reel fiyatlarla bir torba yeme yetmiyor!

Yüzde 75’e yükselen gıda enflasyonu ve temel gıda maddelerinde olağanüstü fiyat artışlarına çözüm üretemeyen iktidar, Cumhuriyet’in 100’üncü Yılı için tüm sektörlerden, gıda market zincirlerinden indirim kampanyası istedi. Üretimi desteklemek, üreticinin maliyetlerini düşürmek yerine sürekli ağır para cezası ve yaptırım söylemine başvuran iktidarın tehditleri sonrası, önde gelen zincir marketler ekim-kasım aylarında farklı ürünlerde indirim yapacaklarını duyurmaya başladı. Üretim artışı, temel girdiler ve üretici maliyetlerinde destek ve düşüş olmadıkça marketlerin sınırlı sayıdaki ürünlerde bir aylık indirimlerle kalıcı bir sonuç yaratılması olanaksız. İndirim kampanyalarına karşılık kırmızı ve beyaz ette üretim yetersizliği son günlerde yeni zamları beraberinde getirdi.

Türkiye’nin büyük ve küçükbaş canlı hayvan varlığının gerilemesi et üretimi ve arzında düşüşe neden olunca et fiyatı otomatik olarak zamlanıyor. Buna karşılık alım gücünün enflasyonla erimesi, gelirlerin yetersiz kalması et tüketiminde düşüşe neden oldu. Besiciler, kırmızı et üretici birlikleri, kombina ve işletme sahipleri, kasap esnaf odaları temel sorunun besiciye verilen desteğin 10-15 yıldan bu yana enflasyon ve maliyet artışları karşısında yetersizliğinden kaynaklandığını dile getirerek iktidara enflasyona endeksli reel destek çağrısı yaptı. Binlerce küçük besici piyasadan çekilmek zorunda kaldı. Piyasa az sayıda büyük besici-kombina-et işletmesi ve ithalatçıların kontrolüne geçti. Et ve et ürünleri piyasasını düzenleme-regüle etmekle görevli Et ve Süt Kurumu (ESK) 20’yi bulmayan perakende satış mağazalarıyla et fiyatını dengelemekte yetersiz. Birkaç büyük ithalatçı ve market zinciriyle anlaşmak zorunda kalan ESK, ucuz ve sağlıklı kırmızı ete erişim olanağı sağlayamıyor.

Gıda fiyatlarındaki indirim kampanyalarına karşılık, et fiyatı geçtiğimiz hafta yine zamlandı. Fiyat artışları tüketiciyi daha ucuz olan sakatat ürünleri veya beyaz et tüketimine yönlendirince bu ürünlere talep artışı, sakatat ve beyaz et-tavuk fiyatlarının artmasına neden oldu. Türkiye Kırmızı Et Üreticileri Merkez Birliği, ESK’nın ithalat izni ve yetki verdiği az sayıda büyük işletmenin sektördeki hakimiyetinin, fiyat belirleme gücünün arttığını dile getirerek iktidara çağrıda bulundu. Kırmızı Et Üreticileri Birliği, ithalat yetkisine sahip işletmelerin kilosunu 120 TL’ye mal ettikleri eti 220-250 TL’ye satarak fahiş kazançlar elde ettiğini, yerli üreticinin ise kilo maliyetinin 200 TL düzeyinde olduğunu duyurdu. Yerli besici-et üreticisi ithal hayvan ve et fiyatlarıyla rekabet edemez konumda.  

İktidarın 10 yıl önce hayvan başına verdiği destek 300 TL, buğu n 500 TL. Ö do nemde 300 TL ile 20 torba yem alan besici, bu günkü hayvan başına 500 TL destekle bir torba yem alamıyor. İktidar, ‘para yok’ gerekçesine sığınıp yerli besiciyi kaderine terk ediyor. Ülke hayvancılığı, et üretimi hızla tükenme ve tıkanmaya giderken, alım gücü düşen halkın temel gıdalardan ete erişimi olanaksız hale geliyor!

Suriye’de TSK’ya ait SİHA’yı düşüren ABD, Başkan Biden’ın imzaladığı kararnameyle Türkiye’yi ‘ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit’ ilan etti. Biden, 14 Ekim 2019’da yayınlanan ‘Acil Durum’ kararnamesinin süresini bir yıl daha uzattı. Dışişleri, karara sert tepki gösterdi!

Kuzey Suriye’de TSK’ya ait Silahlı İnsansız Hava Aracı’nı (SİHA) Ürdün üssünden havalanan F-16’larla düşüren ABD, Türkiye’den özür dilemeye gerek duymazken, Türkiye’yi ‘ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına olağanüstü tehdit’ ilan etti. ABD Başkanı Biden, önceki Başkan Trump’ın aynı gerekçeyle 14 Ekim 2019’da yayınladığı kararnamenin süresini bir yıl daha uzattı. Biden’ın açıklamasında; ‘Suriye içindeki ve Suriye bağlantılı durum ve özellikle de Türkiye Hükümeti tarafından Suriye'nin kuzeydoğusuna askeri taarruz eylemleri, Irak ve Şam İslam Devleti'ni mağlup etmeye yönelik harekâtı aşındırmakta, sivilleri tehlikeye atmakta, ayrıca bölgedeki barış, güvenlik ve istikrarı zayıflatma yanında, ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına yönelik alışılmadık ve olağan dışı bir tehdit oluşturmayı sürdürmektedir’ denildi. ‘Kuzeydoğu Suriye’de düzenlenen askeri harekat ve operasyonların sivillerin ölümüne yol açtığı’ öne sürülerek Türkiye suçlandı.

Dışişleri Bakanlığı, Başkan Biden’ın ulusal güvenlik tehditleriyle ilgili olarak Türkiye’yi ve TSK’nın operasyonlarını hedef alan suçlamalarına sert karşılık verdi. Açıklamada; ‘ABD

Başkanınca yinelenen bu Kararnamede mesnetsiz iddialara konu edilen Barış Pınarı Harekatı, esasen BM Şartı'nın 51. maddesinden kaynaklanan meşru müdafaa hakkı ve BM Güvenlik Konseyi'nin terörizmle mücadeleye ilişkin kararları uyarınca icra edilmiş ve bölgede huzur ve istikrar ortamı sağlamıştır’ denildi. ABD’nin bölücü terör örgütü ile angajmanını sonlandırmasını, 17 Ekim 2019 tarihli mutabakat hükümlerini yerine getirmesini bekliyoruz’ talebi dile getirildi.

TSK’nın 9 Ekim 2019’da YPG-SDG’ye karşı başlattığı Barış Pınarı harekâtı ile kuzey Suriye’de Türkiye sınırından itibaren 30 kilometre derinlik ve 120 kilometre genişlikteki bir alanın PKK-YPG-SDG’den arındırılarak ‘güvenli tampon bölge’ oluşturulması öngörülüyordu. Harekâtın başlaması ardından ABD ve Rusya harekâtı durdurma çabasına giriştiler. Bu çerçevede Rusya ile Moskova Mutabakatı imzalandı. Dönemin ABD Başkanı Trump ise Yardımcısı Mike Pence’i Ankara’ya gönderdi. 17 Ekim 2019’da varılan 13 maddelik Ankara Mutabakatında ABD, ‘müttefik’ ilan ettiği SDG-YPG güçlerini sınırdan 30 km. derinliğe geri çekmeyi, ağır silahlardan arındırmayı ve mevzilerini boşaltmayı taahhüt etmişti. Harekatın başladığı 9 Ekim’de ABD Başkanı Trump Türkiye’ye yaptırım kararı alırken, CB Erdoğan’a gönderdiği mektupta çok ağır ifadelere yer vermişti. İktidar o zaman Trump’ın mektubuna suskun kaldı. Ankara Mutabakatı sonrası Barış Pınarı harekatı sonlandırıldı.  

ABD, buğu ne kadar mutabakattaki taahhütlerini yerine getirmediği gibi YPG-SDG’ye silah ve askeri desteğini artırdı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suriye ve Irak’ta Turkiye’nin güvenliğine yönelik ‘meşru hedef’ uyarıları dikkate alınmadığı gibi gerek SIHA’nın düşürülmesi gerekse Biden’ın kararnamenin suresini uzatması, ABD’nin YPG-SDG’ye desteği sürdüreceğini gösteriyor.

İsrail ile Hamas arasında başlayan ve Gazze’nin ağır bir insani felaketle karşı karşıya kalmasına yol açan savaş, Doğu Akdeniz’de sıcak gelişmeleri, çatışmaların bölgeye yayılmasını tetikleyebilir. Batılı ülkelerin doğrudan İsrail’e sınırsız askeri destek ve açık çek vermeleri, çözüm ve müzakere ihtimalini zora sokmaktadır!

İsrail’de Binyamin Netanyahu Başbakanlığında kurulan, aşırı sağcı-Radikal Siyonist Dinci ve Ultra Milliyetçi hükümet, aylardır ülkede ağır baskıcı bir yönetim tarzı uyguluyordu. Hakkındaki yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları nedeniyle Başbakan Netanyahu’nun Yüksek Mahkemenin Yasamayı ve Yasaları Denetleme yetkisini elinden alma düzenlemesi, kitlesel protestoları beraberinde getirdi. İsrail ordusu ve dış istihbarat örgütü Mossad bile düzenlemeye karşı olduklarını duyurdu. Ortodoks-Radikal Yahudi partilerinin koalisyon ortağı olduğu Netanyahu hükümeti sallantıdaydı. Sürekli yeni Yahudi yerleşim merkezleri kurma, Filistinlileri evlerinden tahliye etme, sık sık bakanların yer aldığı Mescidi Aksa baskınlarıyla dini ve milliyetçi duyguları öne çıkartarak ayakta kalmaya çalışıyordu. Bu tabloda gerek İsrail vatandaşı Arapları gerekse Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinlileri çaresizlikle karşı karşıya bırakmayı amaçlayan Netanyahu hükümetinin tahrik ve kışkırtma siyasetinin toplumsal öfkeye yol açması bekleniyordu.  

✓ Gazze şeridinde hakim olan Hamas, 7 Ekim’de başlattığı saldırıyla Netanyahu’nun sallantıdaki iktidarına can suyu vermiş oldu. 

İsrail’in BAE, Bahreyn, Fas, Sudan ile imzaladığı İbrahim Anlaşmalarıyla Arap ülkelerince tanınırlığını genişletmesi, Suudi Arabistan ile ABD aracılığında süren normalleşme müzakerelerinde sona yaklaşılması, terk edilen yalnız bırakılan Filistinlileri harekete geçmeye yönlendirdi. Arap Birliği tarafından kabul edilen, Oslo Anlaşmasıyla İsrail ve Filistin arasında mutabık kalınan Barış Planı'ndaki iki devletli çözümü rafa kaldıran İsrail, aksine işgal ettiği topraklardan çekilmeden, Filistinlilere haklarını vermeden Arap ülkeleriyle normalleşme ve topraklarını genişletmeye girişti. Filistin devletinin resmi temsilcisi Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Devlet Başkanı Mahmut Abbas ile Gazze’de yönetimi elinde tutan İhvancı Hamas-İslami Cihad ittifakının liderleri arasındaki ayrışma, bölünme ve anlaşmazlıklar Filistin mücadelesini zayıflattı. Hamas’ın başlattığı beklenmedik harekât ilk başta İsrail’i zor durumda bıraksa da İsrail ordusunun Gazze’ye karşı giriştiği misilleme, elektrik, su, akaryakıt, gıda ambargosu büyük bir insani felaketi gündeme getirdi. Mısır’ın Gazze’deki Refah Kapısını kapalı tutması, geçiş ve göçleri engellemesi insani felaketin büyümesini beraberinde getiriyor.  

Israil’in kara harekatıyla Gazze’ye girip Filistinlileri Gazze’den sürerek tahliye etmesi ihtimali güçleniyor. ABD ve İngiltere başta olmak u zere batılı ülkelerin Israil’e sınırsız askeri-mali-silah desteği vermeleri, Doğ u Akdeniz’e uçak ve savaş gemileri yığmaları çatışmaları Iran-Lübnan-Suriye’ye yayabilir. Türkiye’nin bu süreçte soğukkanlı, akılcı bir diplomasiyle taraflara eşit mesafede aracılık yürütmesi, insani boyutu, sivil ölümlerinin engellenmesini öncelemesi, Birleşmiş Milletler kararlarının hayata geçirilmesine dönük çözüm süreçlerinde yer alması ülkemiz adına en doğru tavırdır.    

Etiketler
  YORUMLAR 0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  DİĞER SİYASET Haberleri
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ
Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI