CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/17 Aralık 2023

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak Her hafta yayımladığı 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nu yayımladı. Türkiye ve Dünya Gündemi olarak yayımladığı raporu Sıcak gündem, Ekonomi, Tarım, İç politika, Dış politika başlıklarıyla kamuoyu ile paylaştı.
 Tarih: 17-12-2023 14:53:35
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/17 Aralık 2023

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'ın 17 Aralık 2023 tarihli raporu şöyle:

SICAK GÜNDEM

Sporda şiddetin önlenmesi adı altında çıkartılan yasa, iktidarın yandaş banka patronlarına fon aktarma aracına dönüştürüldü!

Hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, insani kalkınmışlık ve üniversite özerkliği vb. kriterlerde diplere doğru yol alan Türkiye, gazetecilerin mesleki konumları, hakları ve olanakları açısından da hızla geriliyor!

İÇ POLİTİKA

Uluslararası Organize Suçlara Karşı Küresel Girişim Kurumu; organize suç örgütleri, uluslararası karteller ve küresel mafya yapılanmalarının Türkiye’yi ‘üs ve sıçrama alanı’ olarak belirlediklerine dikkat çekti. ‘Ulusal Güvenlik Sorunu’ uyarısında bulundu!

İş cinayetlerine karşı 2012 yılında çıkartılan yasanın uygulanmasını 11 yıldır erteleyen iktidar, torba yasayla bu süreci 2024 sonuna uzatıyor!

EKONOMİ

Merkez Bankası, rezervlerde hızlı artış algısı için tekrar ‘arka kapı’ politikalarına döndü. Toplam rezervler, 141 milyar dolara ulaştı!

Ekim ayı Perakende Satış Endeksleri ile Ciro Endeksleri verileri arasındaki uçurum derinleşiyor. Vatandaşın geliri yüzde 35 artarken, aynı mala bir yıl öncesine kıyasla ödediği bedel yüzde 62 arttı!

TÜİK’in farklı tanım ve tasniflerle işsiz olduğu halde işsiz saymadığı 5,1 milyon kişiyle birlikte gerçek işsiz sayısı, 8,1 milyona yükseldi!

TARIM

Kırmızı ette fiyat artışları rekor düzeye ulaştı. Gıda enflasyonunda Dünya Bankası sıralamasında 4’üncü olan Türkiye, OECD sıralamasında yüzde 72 ile birinci oldu!

DIŞ POLİTİKA

AB Liderleri, Ukrayna ve Moldova ile tam üyelik müzakerelerini başlatma, Gürcistan’a adaylık statüsü kararı aldı. Türkiye ile ilişkileri öngören raporun görüşülmesi Mart 2024’e ertelendi!  

ABD Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinde F-16, Gazze ve İsveç’in NATO üyeliği konuları ele alındı. ABD’nin yaptırım listesine aldığı Türk şirketi ve şahısların sayısı 21’e yükseldi!

Süper Lig’de FIFA kokartlı hakemin sahada darp edildiği şiddetin altında sporu, sporcuyu, kulüpleri, federasyonları siyasi emellerine malzeme yapan ve sporun rantından nemalanan zihniyet yatmaktadır. Sporda şiddetin önlenmesi adı altında çıkartılan yasa, iktidarın yandaş banka patronlarına fon aktarma aracına dönüştürüldü!

Türkiye, Süper Lig maçında Avrupa ve dünya klasmanındaki FIFA kokartlı hakeminin sahada kulüp başkanı tarafından darp edilmesiyle ülke ve dünya manşetlerine taşındı. Tüm dünyada bir endüstriye dönüşen futbol başta olmak üzere, amatör ve profesyonel hemen tüm branşlarda olimpiyat, Avrupa ve Dünya Şampiyonalarına kadar varan siyasallaşma-ticarileşme-partizanlaşma spora egemen kılınmaya çalışıldı. Futbolda kulüp ve Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) yönetiminden, taraftar derneklerine, yayın haklarına, transferlere varana kadar planlı bir şekilde siyaset eliyle bugünkü zeminin altyapısı hazırlandı. 1994’te yerel yönetimlerde iş başına gelmesiyle partili belediyelerin futbol-spor kulüpleri kurarak liglere müdahil olması süreci başladı. 2002’de AK Parti iktidara geldikten sonra federasyon seçimlerine siyasi müdahalelerle özerklik yok edildi. Federasyonlarda partili başkanlar göreve getirildi. Madalya ticareti ve yaygın dopingler, devşirme sporcularla başarı istismarı tırmandırıldı.  

Türkiye’de en yaygın spor futbolda ise tek adamlığın otoriter erki; Saray’da sonucu belirlenen tek adaylı seçimlerle TFF Başkanı atamaya, kurulları dizayn etmeye kadar varan süreci kontrolüne aldı. Ankaragücü olayında görüldüğü gibi süper lig ve alt liglerdeki pek çok kulüp başkanı iktidarın aile yakınları, AKP Yöneticisi, eski AKP’li Vekil, Belediye Başkanı vb. oluşuyor. TFF Başkanları iktidar müteahhitleri, iş insanları, AKP zenginlerinden seçiliyor. Maçların naklen yayın hakları TFF’nin açtığı göstermelik ihaleyle iktidarın işaret ettiği Katarlı şirkete veriliyor.  

Dolar artarken Katarlı yayıncı kuruluş kuru sabitleyip ligin marka değerini düşürüyor. Kulüplerin en önemli gelir kaynağını kısıtlıyor.       

Sözde Sporda Şiddetin Önlenmesi yasasıyla önce taraftarlar fişlendi. Milyonlarca taraftara Passolig kartı için hesap açtırıp-kredi kartı alma mecburiyeti getirilerek iktidara yakın banka ve patronu ihya edildi. Sırtını iktidara dayayan kulüpler, yöneticiler pervasızlığı zirveye çıkarttılar.  

2017 anayasa referandumunda milli futbolcuların iktidarın ‘evet’ kampanyasında rol aldığı anımsandığında, bugün sahte fonda milyonlarca dolar dolandırılan futbolcuların paralarını kurtarmak için neden Saray’a, Cumhurbaşkanına giderek ricacı oldukları daha iyi anlaşılır. Tüm bunlar spordan siyasi-ekonomik-ticari rant devşirmenin ulaştığı boyutların göstergesi.  

Siyaset spordan elini çekmedikçe, federasyonlar özerkleşmedikçe, kulüpler borç batağından kurtulup iktidara yaranmak zorunda kalmaktan kurtulamadıkça, sporda cezasızlık ve siyasi korumacılık son bulmadıkça ülke sporunun ayağa kalkması, saygınlık kazanması, marka değerinin büyümesi zor görünüyor.

Uluslararası alanda basın özgürlüğü, gazetecilere yönelik tehditler vb. çalışmalar yürüten kuruluşların 2023 Yılı Raporları açıklanmaya başlandı. Son yıllarda bu raporlarda sürekli gerileyen Türkiye, giderek otoriter ve diktatörlükle yönetilen ya da yönetimlerin askeri darbelerle sıkça değiştiği ülkeler arasında yer alıyor!

Hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, insani kalkınmışlık, demokratik yüksek öğrenim ve üniversite özerkliği vb. kriterlerde diplere doğru yol alan Türkiye, gazetecilerin mesleki konumları, hakları ve olanakları açısından da hızla geriliyor. Her yıl yayınladığı raporlarla tüm dünyada basın özgürlüğü ve medyanın röntgenini çeken Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) açıkladığı ‘Basın Özgürlüğü Bilançosu-2023’ raporunda Türkiye açısından fazla değişen bir şey yok. 1 Aralık itibarıyla derlenen verilere göre, 2023 yılında farklı ülkelerde 43 gazeteci görevini yaparken öldürüldü, 521 gazeteci ise tutuklandı. Dünya çapındaki verilere göre halen 54 gazeteci rehin, 84 medya temsilcisi kayıp ve akıbetleri bilinmiyor.  

Raporun Türkiye ile ilgili bölümünde yer alan tespitler, iktidarın görmezden gelmeyi tercih ettiği basın özgürlüğü tablosunun vahim bir noktaya geldiğini gösteriyor. 

2023 yılında Türkiye’de çeşitli gerekçelerle 43 gazetecinin tutuklanarak farklı sürelerle cezaevinde tutuklu kaldığını, 1 Aralık itibarıyla cezaevlerindeki tutuklu gazeteci sayısının 7 olduğunu gösteriyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki illerde gazetecilerin uzun süre mahkemeye çıkartılmaksızın tutuklu kaldığına dikkat çekiliyor. Gece yarısı ev baskınları ve geçici tutuklamaların gazetecileri yıldırma amacıyla kullanılan bir yöntem haline getirilmeye çalışıldığı görüşüne yer veriliyor.

RSF raporuna göre geçen yıl dünyada tutuklu gazeteci sayısı 569 iken, bu yıl 1 Aralık itibarıyla 521’e indi. Bir yıldaki bu gerileme tutuklu gazeteci sayısının İran’da 24 ve Türkiye’de 23 düşmesinden kaynaklandı. Türkiye ve İran’ın gazetecileri gözaltına alma ya da tutuklayıp birkaç ay sonra serbest bırakma yöntemine hız verdiğine dikkat çekilerek ‘Sürekli tutuklayıp-serbest bırakma uygulamasıyla gazeteciler üzerinde baskı kurulmak isteniyor. Gazeteciler yıldırılarak mesleği bırakmaya kadar varacak kararlar almaya zorlanıyor’ değerlendirmesi dile getiriliyor.  

Türkiye’de gazetecilere yönelik en yaygın suçlamaların Terörle Mücadele Yasası’ndan kaynaklandığı vurgulanan raporda haber, makale ve sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle çok sayıda gazeteciye dava ya da soruşturma açıldığı belirtiliyor. Ayrıca iktidarın siyasi, ekonomik karar ve uygulamalarına yönelik eleştirel haberlerin de gazetecilere gözaltı veya tutuklama gerekçesi yapıldığı dile getiriliyor.  

Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) raporundaki bu karanlık tablo, iktidarın sadece basın özgürlüğü  ve gazetecilerden değil, tum hak ve özgürlüklerin kullanımından, halkın gerçekleri öğrenmesinden, kirli politikaların açığa çıkmasından duyduğu korku ve kaygının sonucudur!

Uluslararası Organize Suçlara Karşı Küresel Girişim (GI-TOC) kurumu, organize suç örgütleri, uluslararası karteller ve küresel mafya yapılanmalarının Türkiye’yi ‘üs ve sıçrama alanı’ belirlediklerine dikkat çekerek, bu yapıların Türkiye için ‘Ulusal Güvenlik Sorunu’ haline geleceği uyarısında bulundu!

Interpol tarafından kırmızı ve mavi bültenle arana üç uluslararası suç örgütü lideri daha İstanbul’da yakalandı. Bu kişilerin yine 400-450 bin dolara gayrimenkul alımı yoluyla T.C. vatandaşı oldukları anlaşıldı. Bunun yanı sıra ülke çapındaki operasyonlarda çok sayıda tefeci organizasyonunun çökertildiği açıklandı. İstanbul’daki özel okula çöken tefeci örgütünün velilerin okul yönetimine verdikleri senetleri bile velilerden tehdit yoluyla tahsile giriştikleri açığa çıktı. Bir yandan da yüz milyonlarca TL ya da dolara varan ponzi veya kripto para dolandırıcılığı, sanal bahis örgütleriyle ilgili haberler yer alıyor. Yakalanan kartel liderleri, ele geçirilen silah ve uyuşturucular, tefecilerden elde edilen senet-çeklerin tutarları milyarlarca dolara ulaşıyor. Tüm bunlar yasa dışı suç örgütlerinin yönettiği parasal trafiğin, dönen varlıkların Emniyet Genel Müdürlüğü’nün raporunda gündeme getirdiği 50 milyar dolarlık tutarın kat kat üzerinde olduğunu gösteriyor.

Nitekim Uluslararası Organize Suçlara Karşı Küresel Girişim Kurumu’nun (The Global Initiative against Transnational Organized Crime/GI-TOC) açıkladığı raporda Türkiye, küresel organize suç örgütleri açısından ‘yükselen ülke’ konumunda değerlendiriliyor. 

GI-TOC Raporunda; Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında Rus Mafyasının yeni yerleşim ve faaliyet alanı olarak Türkiye’yi seçtiği öne sürüldü. Rus organize suç örgütlerinin, ticari faaliyet görüntüsü altında yapılanma yoluna gittikleri, Türk şirketleriyle gayrimenkul ve dış ticaret olmak üzere legal ticari ortaklıklar kurdukları, çok sayıda Rus’un T.C. vatandaşlığı aldığına dikkat çekiliyor. Türkiye’nin lojistik ulaşım kanalları, limanları, coğrafi konumu, ticari düzenlemelerin boşlukları, bankacılık sisteminin uluslararası transfer bağlantılarına sunduğu fırsatlar açısından Rus Mafyasının adaptasyonuna olanak sağladığı belirtiliyor. Ayrıca Türkiye’nin AB bağlantıları ve ilişkilerine karşın Rusya yaptırımlarına katılmaması, Rus mafyasının faaliyetleri için ciddi avantaj olarak değerlendiriliyor. Savaş nedeniyle çok sayıda Rus hacker, bilişimci ve programcının ülkeden ayrılarak Türkiye’de kurdukları ortaklıklarla siber suçlar alanında faaliyete giriştiklerine dikkat çekiliyor. Bu yolla on milyonlarca yeni kimliğin ele geçirilerek sanal dolandırıcılık pazarına akıtıldığı ileri sürülüyor.  Türkiye için 2. Dünya Savaşı sırasında tüm hasım suç örgütlerinin üslendiği Kazablanka benzetmesi yapılarak küresel organize suç örgütlerinin Türkiye’ye akın ettiği, sorunun ulusal güvenlik meselesine dönüşebileceği uyarısına yer veriliyor.  

Gayrimenkul ya da bankaya döviz hesabı açarak belirli su re tutma karşılığında vatandaşlık satışına son verilmelidir.  Emniyet, istihbarat, güvenlik birimleri ve uluslararası istihbarat örgütleriyle iş birliği yaparak ülkenin bu kirli yapılardan arındırılması için hızla harekete geçilmelidir. Türkiye, ‘kara para ve suç ülkesi’ yaftasından kurtarılmalıdır.

İş cinayetlerine karşı 2012 yılında çıkartılan yasanın uygulanmasını 11 yıldır erteleyen iktidar, torba yasayla bu süreci 2024 sonuna uzatıyor. 50 ve daha az çalışanı olan işyerlerinde iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirilmesini öngören düzenlemenin ertelenmesi, yeni iş cinayetlerine zemin hazırlamaktır!

İstanbul’da Somali Cumhurbaşkanının oğlunun kullandığı araçla çarparak ölümüne neden olduğu motorlu kurye cinayeti, medyaya yansımasaydı olay örtbas edilecekti. Kamera görüntülerine bakılmaksızın düzenlenen tutanakla savcılıkta serbest bırakılan ve yurt dışına çıkan failin serbest olması iktidarın, ‘cezasızlık ve güçlülerin hukuku’ uygulamalarının son örneği. Şimdi kamuoyu baskısıyla Somali Cumhurbaşkanından ricayla oğlunu getirmeye çabalıyorlar.  

İktidar; Somali Cumhurbaşkanı ve ailesine karşı, masum bir kuryenin canının hesabını sormayı, ağırdan alıyor. İktidara yakın şirketlerin büyük kazançları ve paylaşımları söz konusu iken, Somali Cumhurbaşkanının oğluna yargısal imtiyazlar sağlanabilir. Türkiye’ye gelerek yargılanması sağlansa da para cezası ve tazminatla kısa sürede serbest kalabilir.  

İş cinayetlerinde Avrupa’da birinci dünyada ilk sıralarda yer alan Türkiye’de insan hayatının değeri yok. İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) yayınladığı aylık raporlara göre kasımda 137 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Ekimde bu sayı 150 idi. 2023 başından bu yana 11 ayda iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçiler 1772 kişiye ulaştı. Bu sayı 2002’de 2427, 2021’de 2170, 2022’de 1843 idi. Bu içler acısı tabloya pandemi sonrası yükselen işsizlikle sayıları her gün artan motorlu kuryeler eklendi.  

İktidarın iş cinayetlerine duyarsızlığı, bunların önlenmesine yönelik atılacak adımları sürekli erteleme tavrı devam ediyor. 2012 yılında çıkartılan ve işyerlerine işçi sağlığı iş güvenliği uzmanı ile işyeri hekimi istihdamını zorunlu kılan düzenlemedeki 50 ve daha az işçi çalıştıran işyerlerindeki işveren yükümlülükleri yasa çıktığından bu yana 11 yıldır sürekli erteleniyor. Kamuda ve özel sektörde 50 ve altında istihdamı olan işyerlerine getirilen bu zorunluluk o dönemde küçük işletmelere bir geçiş dönemi sağlanması amacıyla önce 2014 sonuna ertelendi. Ardından 1 Temmuz 2016’ya, sonra 1 Temmuz 2017’ye, 1 Temmuz 2020’ye ve son olarak da 2023 sonuna kadar yeniden ertelendi. Özel sektör işletmelerini ve kamudaki işyerlerini kapsayan bu zorunluluk şimdi de TBMM genel kurulundaki 80 maddelik torba yasayla 31 Aralık 2024’e erteleniyor.  

Bu ertelemeler aynı zamanda bu işyerlerinin denetlenmemesi, buralarda çalışanların iş güvenliği işçi sağlığı koşullarının yok sayılması anlamına geliyor.

İktidar yeni ertelemeyi, ekonomik koşullara, küçük işletmelerin zorluklarına, enflasyon, kira artışı vb. gerekçelere dayandırıyor. Oysa bu ekonomik koşullar bizzat iktidarın uyguladığı ekonomi politikaların sonucu iken işçiler güvenlikten yoksun şekilde çalışmaya mecbur ediliyor. Kaldı ki yasa uygulansa bile pek çok işveren denetlenmemek için yine yasadan kaçma yolları arayacak. İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı istihdam etmekten kaçınacak.

Merkez Bankası (MB) rezervlerde hızlı artış algısı için tekrar ‘arka kapı’ politikalarına döndü. Dışarıdan döviz gelmeyince içeride bankalardan ‘ödünç rezerv’ teminine hız verildi. MB, Açık Piyasa İşlemleri yerine döviz getiren bankaya, politika faizinin 7 puan altında faizle TL kaynak sağlıyor!

Merkez Bankası’nın (MB) Haftalık Para ve Banka İstatistiklerine göre 8 Aralık haftasında toplam rezervler, 141 milyar 374 milyon dolara ulaştı. Ekonomi yönetimi tarafından ‘tüm zamanların en yüksek rezerv tutarı’ olarak nitelendirilen bu artışlar için bankalara döviz karşılığı düşük faizli TL likidite temin edilerek ödünç rezerv biriktiriliyor.  

Seçim sonrası rasyonel ekonomi politikalarına dönüş söylemi öne çıkartılırken, dış piyasalardan acil döviz girişi, kaynak ve finansman arayışlarına hız verildi. Körfez ülkelerindeki ‘para bulma’ turları yanında, Londra, New York piyasalarında, IMF-Dünya Bankası Genel Kurullarında arayışlar sürdü. Hazine ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı İspanya’da finans toplantılarına katılırken, ocak ayında tekrar New York’ta yatırım bankaları ve finansörlerle buluşma planlanıyor. Bu arayışların tek amacı dış piyasalarda güven oluşturarak acil döviz sağlamak. 7 aydır bu amaca ulaşılamayınca şimdi içeriden döviz teminine hız verildiği anlaşılıyor.  

Bunun için MB, politika faizi u zerinden bankalara TL finansman sağlamak yerine, MB’ye döviz getirip karşılığında TL talep eden bankalara kısa vadeli swap işlemiyle düşük faizli TL kaynak sağlıyor.

Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan, enflasyonla mücadelede faziletli döneme geçildiğini vurgulamasına karşılık ‘para politikalarından sonuç alınmasının zaman aldığını’ dile getirerek örtülü şekilde memnuniyetsizliğini ifade etti. Bu ekonomi yönetiminde uyarı olarak algılandı ve paniğe yol açtı. O yüzden 7 aydır gelmeyen dış kaynak yerine içeride bankalardan döviz teminine hız verildi.

Mevcut uygulamada normal yollarla MB’den açık piyasa işlemleriyle TL kaynak sağlayan bankalar MB’ye yüzde 40 politika faizi ödüyor. MB’ye döviz getirip swap işlemiyle karşılığında TL finansman sağlayan bankalar ise politika faizinin 7 puan altında yüzde 33 TL faizi ödüyor. MB, bankalardan ‘ödünç döviz’ toplayarak rezervlerini artırıp ‘tüm zamanların rezerv rekorunun kırıldığı’ algısını yayıyor. Kamu ve özel bankaların son dönemde yurt dışından kredi teminine hız vermelerinin gerisinde MB’ye ‘ödünç rezerv’ planı yatıyor.  

Ziraat Bankası geçen hafta Deutsche Bank’tan 1 milyar 75 milyon euro kredi çekti.

Rasyonele donuş söylemine karşılık arka kapı yöntemleriyle kısa surede rezerv artışı algısı yaratmak, dövizde ve kurda Kur Korumalı Mevduattan (KKM) daha yıkıcı etkilere yol açabilir.  MB rezervleri bankalardan ödünç dövizle kâğıt üzerinde rekor kırsa da küresel piyasalarda inandırıcı bulunmadığı için kaynak gelmiyor. Aranan dış finansman bulunamıyor. 

Ekim’de perakende satışlar yüzde 2 artarken ciroların yaklaşık yüzde 5 artması, fiyatların enflasyonla üç misli zamlandığını, aynı ürün veya hizmetin bir ay önceye göre üç kat pahalıya alındığını gösteriyor. Vatandaşın geliri yüzde 35 artarken, aynı mala bir yıl öncesine kıyasla ödediği bedel yüzde 62 arttı!

Ekim ayı Perakende Satış Endeksleri ile Ciro Endeksleri verilerindeki derin uçurum, vatandaşların aynı mal veya hizmet için son bir ayda yaklaşık üç kat, son bir yılda ise yaklaşık 5-6 kat daha fazla fiyat ödediğini, yoksulluğun derinleştiğini sergiliyor. İktidarın yarattığı ekonomik yangının somut göstergesi olan perakende satışlar ve ciro endekslerine ilişkin TÜİK verileri, maaş zamlarındaki erimenin boyutlarını açığa çıkartıyor.  

Ekim ayı perakende satış endeksi verilerine göre miktar bazında satış hacmi yüzde 2 artarken, cirolardaki aylık artış yüzde 4,6 oldu. Satışlarla cirolar arasındaki bu fark, ürün ve hizmet fiyatlarında aylık bazda 2,5 kat zam ya da pahalılığı gösteriyor. TÜİK’in resmi rakamları, seçim sonrası geçilen sıkı para, tüketim ve harcamayı kısma politikalarının alım gücünü yok ettiğini ortaya koyuyor. Bu politikalarla geniş toplumsal kesimler aynı ürün ya da hizmeti bir yıl öncesine göre kat kat pahalıya alma veya hiç alamama noktasına gelirken, kârların, ciroların, kazançların katlanarak arttığı görülüyor.     

Geçen yılın ekimine kıyasla bir yıllık verilere bakıldığında ise perakende satışlar yüzde 13,7 artarken, cirolardaki artışın yüzde 83,6’ya yükseldiği görülüyor. Alım gücünün düşürülmesi, talebin kısılması politikaları satışlarda gerilemeye neden olurken, ürün ve hizmet fiyatlarına yapılan zamlarla kazançlar ciroları kat kat artırmış.  

Satış ve ciroların aylık seyrine bakıldığında ocakta perakende satış hacmi yüzde 5,8 artarken cirolardaki artış bunun yaklaşık iki katı yüzde 10,3. Seçim sonrası haziranda satış hacminin yüzde 0,2 düşmesine karşılık cirolar yüzde 4,8 artışla 24 kat yükselmiş. Temmuzda satışlardaki artış yüzde 3’te kalırken, yapılan zamlarla aylık enflasyonun yüzde 9’u aşmasıyla cirolardaki artış yüzde 400 katlanarak yüzde 12,3’e ulaşmış. Ücretlerde erime, faiz artışı ve talebi kısma politikasıyla perakende satışlar ağustosta yüzde 4,6, eylülde yüzde 0,6 azalırken, cirolar aynı aylarda yüzde 4,6 ve yüzde 4,3 artış göstermiş. Satış hacmindeki bir yıllık artışla, cirodaki artış arasında makasın yüzde 61,5’a ulaşması, aynı mal ve hizmete geçen yıl ödediğimizden yüzde 61,5 daha fazla fiyat ödediğimizi gösteriyor. Oysa maaşlar yüzde 25-35 arttı.  

Gıdada perakende satışlar bir yılda yüzde 13,8 artarken, ciro artışı yüzde 86,8. Satışla ciro arasındaki bu uçurum, daha az gıda maddesi satın almaya rağmen geçen yıla kıyasla 6 kat daha fazla fiyat ödendiğini gösteriyor.  

Halk, iktidarın yanlış ekonomi politikalarıyla yarattığı enflasyon altında eziliyor. İktidar, enflasyonu yaratan kendisi değilmiş gibi ortaya çıkıp hayali bir enflasyon canavarından söz ederek kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğini vaat ediyor. Küçük bir kesimin hanesine 8’e, 10’a katlanan cirolarla olağanüstü karlar yazılıyor, halkın yoksulluğu bir avuç kesim için kazanca dönüşüyor! 

Ekim ayında yüzde 8,5 oranıyla 2,9 milyon kişiye indiği açıklanan işsizlik rakamlarına iktidarın kendisi de inanmıyor. TÜİK’in farklı tanım ve tasniflerle işsiz olduğu halde işsiz saymadığı 5,1 milyon kişiyle birlikte gerçek işsiz sayısı 8,1 milyona, işsizlik oranı yüzde 21,3’e ulaşıyor!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Ekim ayında 15 yaş ve üzeri işgücüne dahil olanların 34 milyon 796 bin kişi olduğunu, bu kişilerin 31 milyon 835 bininin istihdam edildiğini belirterek, resmi işsiz sayısını 2 milyon 961 bin kişi, işsizlik oranını ise yüzde 8,5 olarak açıkladı. Açıklanan resmi işsizlik rakamları ‘dar tanımlı’ işsiz sayısını yansıtıyor. TÜİK’in farklı kriterlere göre işsiz olduğu halde işsiz saymadıklarının toplamı ise milyonlarca kişi. Resmi verilerde işsiz oldukları halde TÜİK’in işsiz saymadığı bu kişiler açıklanan dar tanımlı resmi işsiz sayısının yaklaşık iki katı. Bu rakamları topladığımızda gerçek işsiz sayısı 8 milyon 142 bin kişiye, gerçek işsizlik oranı yüzde 21,3’e yükseliyor.  

İşsizlik ve istihdam verilerinin ayrıntılarına bakıldığında ciddi anlamda tutarsızlıklar ve çelişkiler gözleniyor. TÜİK’in Hane Halkı İşgücü Anketi’ni yaptığı haftada çalışma çağında olduğu halde istihdamda olmayan, iş arayan ancak hemen işe başlayacak durumda bulunmayan, çalışmak istediği halde TÜİK’in öngördüğü iş arama kanallarından birisine başvurmamış olanların sayısı 3 milyon 375 bin kişi. Gerçekte işsiz olan bu kişilerin sayısı ekimde bir önceki aya göre 166 bin, geçen yılın aynı ayına göre ise 733 bin kişi artmış. TÜİK ‘potansiyel işgücü’ dediği bu 3,3 milyon kişiyi işsiz saymıyor.

Uzun süredir iş aradığı için iş bulmaktan umudunu yitirenler de bu sayının içinde yer alıyor. Ayrıca çalışabilecek durumda olduğu halde ‘zamana bağlı eksik istihdam’ olarak tanımlanan işsizlerin sayısı da 1 milyon 806 bin kişi. Onlar da potansiyel işgücü içinde yer alıyor ve işsiz sayılmıyor. TÜİK’in potansiyel işgücü ve zamana bağlı eksik istihdam diye nitelendirdiği işsizler 5 milyon 182 bin.  

Dar tanımlı 2,9 milyon resmi işsizlerle birlikte 8 milyonu aşan gerçek işsizler ordusu pek çok Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla. 

Geçen yılın ekim ayında dar tanımlı işsiz sayısı 3 milyon 548 bin ve işsizlik oranı yüzde 10,2 idi. TÜİK’in ‘atıl işgücü’ ya da ‘potansiyel işgücü’ diyerek işsiz saymadıkları ancak işsiz olanların sayısı ise 2022 Ekim ayında 7 milyon 596 bin, geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 20,4 düzeyinde bulunuyordu. Geçen yılın ekiminde dar ve geniş tanımlı işsizlik oranları arasındaki fark 10,2 puandı. Bu yıl yüzde 8,5’a düştüğü açıklanan dar tanımlı resmi işsizlik oranı ile yüzde 21,3 olan geniş tanımlı işsizlik oranı arasındaki fark 12,8 puana yükselmiş.  

Orta Vadeli Program’da 2023 sonunda yüzde 10,1 işsizlik öngören iktidar şimdi tek haneli işsizlik vaat ediyor. 15-24 yaş arası her 4 gençten birinin ve her 3 kadından birisinin işsiz olduğu bir tablo, vahim bir gerçeği yansıtıyor. Mevcut işgücü  potansiyeline ‘atıl işgücü ’ diyerek istihdam alanı açamayan ve bu gücü  üretime katamayan bir ekonomik yapının toplumsal refah yaratması mümkün değildir. Farklı tanımlarla işsizler ‘işsiz’ sayılmasa da işsizlik gerçeği değişmiyor!

Kırmızı ette fiyat artışları rekor düzeye ulaştı. Alternatif gıda ürünü beyaz ette de yüzde 5’e varan üretim düşüşü tavuk eti ve yumurta fiyatlarını yukarı çekti. Gıda enflasyonunda Dünya Bankası sıralamasında 4’üncü olan Türkiye, OECD sıralamasında yüzde 72 ile birinci oldu!

Gıda fiyatlarındaki olağanüstü yükseliş ve geniş toplumsal kesimlerin temel gıda maddelerine erişiminde yaşanan krizin ağırlaşması, Türkiye’yi gıda enflasyonunda zirveye çıkardı. Rekabet Kurulu son dönemde kırmızı ette yaşanan yüksek fiyat artışları nedeniyle sektör incelemesi başlatırken, ürün arzı ve hayvan sayısındaki gerilemenin yanı sıra asıl sorunun temelde yapısal sıkıntılardan kaynaklandığını, kırmızı et piyasasının birkaç büyük üreticinin tekeline kaldığını gündeme getirdi.

Kırmızı et fiyatlarının artık haftalık olarak çift haneli rakamlarda fiyat artışları göstermesi, tüketiciyi beyaz et olarak adlandırılan tavuk eti ve parça tavuk, hindi eti tüketimine yönlendirince bu alanda da fiyatlar hızla artmaya başladı. Son dönemde kur artışlarıyla ihraç fiyatları ucuzlayan beyaz et ürünlerine dış talepte artışın gündeme gelmesi, Rusya’nın Türkiye’den binlerce ton beyaz et ve milyonlarca adet yumurta ithalatı için gümrük vergilerini sıfırlaması, beyaz etteki fiyat artışlarını tetikleyen bir başka unsur.  

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçen hafta açıkladığı 2023 Ekim ayı Kümes Hayvancılığı Üretimi verileri, artan talebe bağlı olarak ekimde yumurta, tavuk ve hindi eti üretiminin artmasına karşılık ocak-ekim arası 10 aylık dönemde, tüm beyaz et ürünlerinde sert üretim düşüşleri yaşandığını gösteriyor.  

Ekimde geçen yılın aynı ayına göre, tavuk yumurtası üretimi yüzde 3,8, kesilen tavuk sayısı yüzde 0,7, tavuk eti üretimi yüzde 1,4, hindi eti üretimi yüzde 3,5 arttı. Buna karşılık Ocak Ekim döneminde geçen yılın aynı dönemine kıyasla tavuk yumurtası üretimi yüzde 4 artarken, kesilen tavuk sayısı yüzde 6,8 azaldı. Tavuk eti üretimi yüzde 4,4 gerilerken hindi eti üretimindeki düşüş ise yüzde 13’e ulaştı. Aylık üretimde gözlenen sınırlı artışa karşın 10 ayda toplam üretimdeki sert gerileme fiyatları yukarı çekti. But, kanat, göğüs vb. beyaz et ürünlerinin kilo fiyatı zincir marketlerdeki indirim kampanyalarında bile 150-170 TL. Bütün tavuk kilogram fiyatı yüzde 25’e varan indirime rağmen 60 TL’den başlıyor. Milyonlarca hane için kırmızı et tüketimi hayal olurken, geniş kesimler için beyaz ete erişim olanaksızlaşıyor. Türkiye’nin beyaz ette en büyük ihraç pazarları Rusya ve Irak’tan gelen talep artışı, ihracatı öne çıkartınca içeride fiyatlar yükseliyor. Beyaz et fiyatlarının normalleşmesi için ihracatta kısıtlama kaçınılmaz görünüyor.

İktidar enflasyonda yavaşlama için 2025’i, tek haneli oranlar içinse 2026’yı işaret etmeye başladı. Kâğıt üzerinde enflasyon oranı gerilese de artık fiyatların gelecek yıl ya da 2 yıl sonra bugünkünden düşük olması söz konusu değil.  Dünya Bankası’nın ekim ayı küresel gıda enflasyonu sıralamasında yüzde 72 ile dünya 4’uncu su olan Türkiye, hızla zirveye tırmanıyor. OECD ülkeleri gıda enflasyonu ortalaması yüzde 7,4. Türkiye’deki gıda enflasyonu, OECD ortalamasının yaklaşık 10 katı!  

AB Liderleri Ukrayna ve Moldova ile tam üyelik müzakerelerini başlatma,

Gürcistan’a adaylık statüsü kararı aldı. Türkiye ile ilişkileri öngören raporun görüşülmesi Mart 2024’e ertelendi. AB bütçesinden Ukrayna’ya 50 milyar euro mali destek, Macaristan vetosuna takıldı!  

AB Liderlerinin Brüksel’deki zirve toplantısında Ukrayna ve Moldova’yla tam üyelik müzakerelerine başlanması, Gürcistan’a adaylık statüsü verilmesi kararlaştırıldı. Ukrayna ile tam üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karşı çıkan Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un girişimiyle oylamanın yapılacağı oturumdan kısa süreliğine ayrıldı. Böylece 26 ülke liderinin oy birliğiyle Ukrayna-Moldova-Gürcistan kararları alınabildi. Ukrayna’ya AB bütçesinden 4 yılda 50 milyar euro mali kaynak aktarılmasını içeren karar, Orban tarafından veto edildi. AB zirvesinde 50 milyar euro desteğin Macaristan vetosuna takılması, Ukrayna’yı oldukça zora düşürdü. Ukrayna’nın birkaç hafta yetecek parası kaldığını belirten Avrupa Konseyi (AK) Başkanı Charles Michel Ukrayna’ya mali desteğin tekrar ele alınıp oy birliği sağlanmasına çalışılacağını açıkladı.  

Rusya’nın 2022 şubatında Ukrayna’ya başlattığı operasyon sonrası Ukrayna, Moldova ve Gürcistan AB’ye üyelik başvurusunda bulunmuştu. 2022 Haziran’daki AB liderler zirvesinde Ukrayna ve Moldova’ya ‘adaylık’ statüsü verildi. Gürcistan’ın başvurusu gündeme alınmadı. Geçen hafta yapılan zirvede ise Ukrayna ve Moldova’ya 1,5 yıl sonra tam üyelik müzakerelerine başlama yolu açılırken, Gürcistan’a da adaylık statüsü verildi. Türkiye yıllarca bekledikten sonra 1999’da adaylık statüsü alabildi. Ardından 6 yıl sonra 2005’te tam üyelik müzakerelerine başlama kararı çıktı. Ukrayna-Moldova ve Gürcistan’a yönelik bu tavrın gerisinde AB’nin çifte standardı yanında, ABD ve NATO ile ortaklaşa Rusya’yı kuşatma, Doğu Avrupa, Karadeniz ve Kafkasya’da zayıflatma stratejisi yatıyor. Türkiye’ye karşı ısrarla Kıbrıs sorununu adadaki toprak ve sınır anlaşmazlıklarını gündeme getiren AB, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni (GKRY) üyeliğe aldı.  

Ukrayna’da Rusya ile sınır ve toprak anlaşmazlıklarından kaynaklı bir savaş sürüyor. Moldova’nın Rusça konuşan, Rus nüfusun yaşadığı ve Moldova’dan ayrılıp Rusya ile birleşme mücadelesi verdiği Transdinyester bölgesinde sınır ve toprak anlaşmazlıkları gündemde. Rusya-Gürcistan arasında Abhazya, Güney Osetya vb. toprak anlaşmazlıkları, çatışma ihtimalleri söz konusu.  

AB liderleri yine bir çifte standartla bu uç ülkeye (Ukrayna, Moldova, Gürcistan) tam üyelik ve adaylık kapısını açtı!

Buna karşılık ilişkilerin ilerlemesi için 8 Kasım raporundaki gibi; Doğu Akdeniz’de gerilimi azaltma, Kıbrıs’ta çözüm ve GKRY’nin tanınması, Hukuk Devleti, İnsan Hakları ve Demokrasi, Rusya yaptırımlarına katılım, Hamas’ı terör örgütü kabul etme vb. koşullar yinelendi. AB liderleri muhtemelen sıralanan bu koşullarda sağlanacak ilerlemeleri, İsveç’in NATO üyeliğiyle ilgili tavrı görmek için Türkiye ile ilişkileri ele almayı 2024 Mart zirvesine erteledi!

ABD Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinde F-16, Gazze, İsveç’in NATO üyeliği konuları ele alındı. ABD’nin bazı Türk şirketlerini kapsayan Rusya yaptırımları yanında ABD ve İngiltere’nin Türkiye’yi de kapsayan Hamas yaptırımlarını görüşme öncesi duyurması, oldukça dikkat çekici!

ABD Dışişleri ve Hazine Bakanlıkları, Rusya’ya yönelik yaptırımları deldiği saptanan şahıs ve şirketlere yönelik yeni yaptırım listesini açıkladı. Listede Türkiye’den 8 şahıs ve şirket yer aldı. ABD’nin Rusya’ya başlattığı yaptırımlarla ilgili olarak son 3 ayda yaptırım listesine aldığı Türk şirketi ve şahısların sayısı 21’e yükseldi.

ABD Maliye ve Hazine Bakanlığı Terörizm ve Mali İstihbarattan Sorumlu Müsteşarı Brian Nelson kasımda Türkiye’yi ziyaret ederek Ankara ve İstanbul’da iktidar, özel sektör ve bankalarla görüşmeler gerçekleştirmişti. Biran Nelson, Rusya’ya yaptırımların Türkiye üzerinden delindiği, Türk şirketlerine yaptırım geleceği uyarısını bir kez daha gündeme getirmişti. Hamas’a finansal destek için Türkiye’nin yakından izlendiğini, bu konuda da yaptırım gelebileceğini iletmişti. ABD ve İngiltere, aralarında Türkiye’den de 3 ismin yer aldığı toplam 8 kişinin Hamas’a finansal destek yaptırımları kapsamına alındığını açıkladı. ABD, ‘Hamas’ın şiddete dayalı amaçlarını desteklemek üzere yurtdışındaki mali-finansal işlerini yöneten kilit isimlerin belirlenerek yaptırım listesine alındığını’ duyurdu.  

Bu kişilerin siyasi iletişim, kayırmacılık ve kültürel etkinlik görüntüsü altında para toplama kampanyaları yürüttüğü, yasadışı yolla sağlanan paraların Gazze’deki askeri eylemleri desteklemek için Hamas’a aktarıldığı öne sürüldü. İngiltere istihbaratının iş birliğiyle saptanan 8 isimden 3’ünün Türkiye’de, 2’sinin Gazze’de, birinin Batı Şeria’da ve 2’sinin ise Lübnan’da olduğu belirtildi. Açıklamada Türkiye’den Hamas’a finansal desteği organize eden üç kişinin Hamas’ın Kudüs temsilcisi Mansur Yakup Nasır El-Din, Hamas’ın Türkiye temsilcisi Cihat Muhammed Şakir Yağmur ve Mehmet Kaya oldukları yer aldı.

Rusya ve Hamas yaptırımlarının ardından gerçekleşen Biden-Erdoğan görüşmesini yaptırım tehditleri gölgesinde değerlendirmek kaçınılmaz görünüyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın açıklamasına göre görüşmede; İsrail’in Gazze ve Filistin topraklarına yönelik saldırıları, Türkiye-ABD ikili ilişkileri, İsveç’in NATO’ya üyelik süreci, F-16 savaş uçaklarının Türkiye'ye satışı konuşuldu. Cumhurbaşkanının İsveç’in NATO’ya üyeliği ile ilgili onayı TBMM’ye göndermesine karşın, komisyon müzakeresinin ertelenmesi F-16 satışıyla İsveç pazarlığı yapılmak istendiğini gösteriyor.  

ABD’nin Rusya ve Hamas yaptırımlarıyla pazarlığı ekonomi boyutuna taşıması, dış kaynak ihtiyacı içindeki iktidarı İsveç’in üyeliğini TBMM’de onaylamak zorunda bırakabilir. Burada iktidarın açmazı, başta MHP olmak u zere ittifak ortaklarının TBMM’deki oylamada İsveç’in NATO üyeliğine ‘hayır’ diyeceklerini açıklaması. Kaldı ki oylamada AKP’den de fire olması yüksek olasılık. İktidar, İsveç oylamasında 2003’teki 1 Mart Tezkeresi’ne benzer tabloyla karşılaşırsa ABD ile kriz yaşanabilir. 

Etiketler
  YORUMLAR 0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  DİĞER SİYASET Haberleri
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ
Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI