CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/17 Eylül 2023

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/17 Eylül 2023
 Tarih: 17-09-2023 13:16:23
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/17 Eylül 2023

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak Her hafta yayımladığı 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nu yayımladı. Türkiye ve Dünya Gündemi olarak yayımladığı raporu Sıcak gündem, Ekonomi, Tarım, İç politika, Dış politika başlıklarıyla komuoyu ile paylaştı.

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'ın 17 Eylül 2023 tarihli raporu şöyle:

SICAK GÜNDEM

Türkiye’nin başkentinde hakimiyet kuran bir suç örgütü liderine yönelik operasyonun yansımaları, siyaset-yargı-emniyet üçgenindeki bağlantılarıyla, iktidarın göz yummasıyla ortaya çıkan çürümüşlüğü açığa çıkardı.  

İktidar, AB’nin yıllardır Türkiye’yi oyaladığından yakınıyor ama 18 yıldır demokratikleşme kriterlerini karşılamak için çaba göstermiyor. Avrupa Parlamentosu Raporu, Türkiye ile olumlu bir gelişmenin söz konusu olamayacağını sergiliyor!

İÇ POLİTİKA

Seçimde kamuya personel alımında mülakatı kaldıracağını vaat eden iktidarın partizan kadrolaşmadan vazgeçmeyeceği, Milli Eğitim Bakanının her öğretmen için 45 dakika ‘mülakat gibi mülakat yapacağız’ sözleriyle açığa çıktı!

OVP’de milyonlarca çalışanın sosyal güvenlik, emeklilik, kıdem tazminatı haklarını elinden almaya dönük hazırlık yapılıyor. IMF literatüründeki ‘güvenceli esnek çalışma ve tamamlayıcı emeklilik sistemi’ modeli yerel seçim sonrasına bırakılıyor!

EKONOMİ

Ekonomi yönetimi, kartlı harcamaların enflasyona neden olduğunu savunarak kredi kartlarına yeni kısıtlamalar getiriyor. Ekonomik krizin yükü üstlerine bindirilen ve yaşamlarını kredi kartıyla idame ettirebilen geniş kesimlerin olanakları kısıtlanıyor!  

Eylül ayı Piyasa Katılımcıları Anketi sonuçları, Orta Vadeli Program hedeflerinin inandırıcı bulunmadığını gösterdi. Piyasa profesyonellerinin beklentilerinde endişe ve kötümserlik artıyor!

OVP’de yılsonu için öngörülen cari açık tutarının aşılacağı, temmuz ayı rakamlarıyla netleşti. Haziranda 627 milyon dolar cari fazla verilmesini ‘başarı’ olarak sunan iktidar, temmuzda gerçekleşen aylık 5,5 milyar dolarlık cari açığa suskun kaldı!

TARIM

Yüzde 60’a varan resmi enflasyona, üç haneye giden Tarım-ÜFE’ye karşılık, 2023 gübre desteği ‘SIFIR’ zamla 2022 ile aynı tutuldu. Alan bazlı fındık desteği, 2014’ten bu yana artırılmadı. Gıdada ithalat kapısı açılıyor. İktidar, ülke tarımını bitiriyor!

DIŞ POLİTİKA

Avrupa Birliği (AB) yeni bir genişleme dalgasını devreye koyuyor. Ukrayna ve Moldova’nın yanı sıra Batı Balkan ülkelerinin yer aldığı 10 ülkenin 2030’a kadar AB üyesi olması hedefleniyor. Türkiye, AB’nin yeni genişleme planına dahil edilmiyor!

Güney Kafkasya’da Azerbaycan-Ermenistan arasında Dağlık Karabağ’da yeni bir sıcak savaş ihtimali artıyor. ABD-Ermenistan arasında ortak askeri tatbikat, bölgede ‘Barış Gücü’ bulunduran Rusya’nın tepkisine yol açtı!

Bir çete liderine yönelik operasyonun yüksek yargıya, emniyetin tepelerine uzanan yansımaları, siyasi bağlantılı rüşvet, kara para, suç gelirlerini aklama çarkındaki çürümüşlüğü ortaya saçtı. İktidarın eski İçişleri Bakanı ‘kendisine operasyon yapıldığını’ öne sürerken, yeni Bakan ‘suç işlemede kibirlenenlerin nefesini keseceklerini’ söylüyor!

Siyaset, yargı, emniyet üçgenindeki bağlantılarıyla, rüşvet, kara para, uyuşturucu gelirlerinin paylaşımıyla Türkiye’nin başkentinde hakimiyet kuran bir suç örgütü liderine yönelik operasyonun yansımaları, iktidarın göz yummasıyla ortaya çıkan çürümüşlüğü açığa çıkardı. Bir ayağı emniyetin tepe noktasındaki yöneticilerden organize suçla mücadele birimlerindeki görevlilere, diğer ayağı adliyeden yüksek yargıya uzayan bu suç organizasyonunun arkasında herhangi bir siyasi destek olmasa böyle bir güce ulaşamayacağı apaçık ortada. Yurt içinde ve dışında adeta ‘herkesin bildiği bir sır’ gibi gündemde olan, uyuşturucu baronlarının, kara paracıların, kripto para vurguncularının, siyasi talimatla kapatılan davalar, örtülen soruşturmalar, mafyanın maaşa bağladığı siyasetçilerle Türkiye, tüm dünyanın gözünde yıllardır ‘gri liste’ damgasıyla anılıyor. Nitekim operasyon yapılan suç örgütü lideri ve çetesinin mensupları hakkında daha önce açılan pek çok soruşturmanın, cinayet, mala çökme, uyuşturucu ticareti de dahil pek çok suç dosyasının daha emniyet ve savcılık aşamasında kapatıldığı görülüyor. Asıl ilginç olan görevden alınarak iktidar vekili yapılan eski İçişleri Bakanının bu çeteye yönelik operasyonu ‘kendisine yönelik’ olarak nitelendirmesi. Aynı şekilde suç örgütünden lüks araç ve lüks villa aldığı öne sürülen ve iktidar tarafından yüksek yargıya tayin edilen eski Ankara Başsavcısı da aynı tezi gündeme getiriyor. Bunun ‘bir intikam operasyonu olduğunu ve eski İçişleri Bakanına karşı yapıldığını’ ifade ediyor. Nasıl olur da üç ay öncesine kadar görevdeki eski bir İçişleri Bakanı ve halen yüksek yargıda görevli bir yargıç mafyaya dönük bir operasyon için ‘bize karşı yapılıyor’ diyebilir? Bir çete liderine operasyona eski bakan ve yüksek yargıdan tepki geliyorsa bu bir ikrar-itiraf değil midir?     Çete liderinin ifadelerinden emniyetin ilgili birimlerinde organize suçlarla mücadele etmesi gerekenlerin organize suç çeteleriyle iş birliği yaptığı, 250 bin dolardan 5 milyona ve daha fazlasına uzayan rüşvetlerin alındığı, suç gelirlerinin paylaşıldığı anlaşılıyor.  

Operasyonu yapanla, ‘operasyonun kendisine yapıldığını’ söyleyen, aynı iktidarın halef-selef İ çişleri Bakanları! 

Yeni İçişleri Bakanının; ‘Suç işlemede kendini üstün görenlerin nefeslerini keseceğiz’ sözlerinin hedefi kim? Siyaset-emniyet-yargı desteğini ardına alıp, suç işleme icazetiyle korunup-kollanan, suç örgütleriyle kirli bağlantılara girip rüşveti, suç gelirini paylaşanlar mı? Onlara kol kanat geren siyasiler mi?

Suç örgütü lideri servetini; ‘yurt dışında kumar ve bahisten kazanıp varlık barışı servet affıyla getirdiğim paralar’ diyerek izah ediyor. Bu ifadeyle, iktidarın Türkiye’nin gri listeye alınmasına zemin hazırlayan varlık barışı adı altındaki kara para-suç gelirlerinin aklanması yasalarının kimler için çıkarıldığını, neye hizmet ettiğini de gözler o nu ne seriyor!

Avrupa Parlamentosu (AP) tarafından kabul edilen Türkiye Raporu’nda demokrasi ve hukuk devletinden uzaklaşma vurgusu yapılırken, AB’ye üyelik sürecinin devam edemeyeceği kaydedildi. Türkiye ile müzakerelerin kesilmesi önergesi reddedilerek kapı aralık bırakıldı. İktidar, raporu ‘çöp’ olarak nitelendirdi!

AP Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor tarafından hazırlanan Türkiye Raporu, genel kurulda yapılan oylamada 434 oyla kabul edilirken, 152 parlamenter çekimser, 18 parlamenter ret oyu kullandı. Türkiye’ye ‘demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı’ çağrısına yer verilen raporda, ‘Türkiye'nin AB'ye katılım süreci mevcut koşullar altında devam edemez’ deniliyor. Raporun görüşülmesi ve oylanması sırasında Türkiye ile üyelik müzakerelerinin kesilmesi yönünde verilen bir önerge ise çoğunluk oyuyla reddedildi. Bu ret kararıyla AP, Türkiye’nin atacağı demokratikleşme, temel hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı gibi adımlara göre bir anlamda kapıyı aralık bırakırken, iktidarın rapora karşı sert tepki göstermesi, iktidarın demokrasi ve hukuk devleti konusunda adım atmaya niyetli olmadığını gösteriyor. Raporda Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin izlediği tarafsızlık politikası ve AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarına uymama tavrı eleştirilirken, Yunanistan, Ermenistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle olan ilişkiler, Kıbrıs, Ege, Doğu Akdeniz’de izlenen politikalara karşı da olumsuz yaklaşım sergileniyor.

Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarını ön planda tutarak izlediği politikaların AB’yle uyumsuzluk olarak nitelendirilmesi haksız bir yaklaşım ve kabul edilemez. Kaldı ki Ege, Doğu Akdeniz, Kıbrıs’ta Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetiminden yana tavır alan, bu ülkelerin girişimiyle Türkiye’ye karşı yaptırımları kabul eden AB’nin bu konularda tek yanlı bir tutum sergilemesi, uluslararası anlaşmalar ve ulusal çıkarlarımız açısından da kabul edilebilir bir tutum değil. Türkiye’ye tam üyelik dışında farklı bir ilişki çerçevesi önerilmesi, ekonomi-ticaret-mülteci iş birliği alanlarına ilişkilerin sıkıştırılmak istenmesi Türkiye’nin tam üyelik hakkının ve müzakere sürecinin sulandırılmak istendiğini gösteriyor. Buna karşılık, raporda Türkiye’de insan hakları, demokrasi, temel haklar ve özgürlükler, muhalefete, medyaya ve yargıya yönelik siyasi baskılar, talimatlarla ilgili tespitler büyük ölçüde bizim de sürekli vurguladığımız, haklılık payı olan eleştiriler.  

İktidar, uzun bir aradan sonra yeniden AB ile ilişkileri ve tam üyelik müzakere sürecini canlandırmayı gündemine alırken, yıllardır bu konudaki kriterleri ve beklentileri bilmesine karşılık demokratikleşme yönünde en küçük bir adım dahi atmaması raporda dile getirilen eleştirilere haklılık kazandırıyor.  

İktidar, AB’nin yıllardır Türkiye’yi oyaladığından yakınıyor ancak 18 yıldır demokratikleşme kriterlerini karşılamak için bir çaba göstermiyor. Aksine otokrasiyi, yargı kararlarını tanımama tavrını yaygınlaştırıyor. AB, İstanbul Sözleşmesini tüm üye ülkeler için ‘bağlayıcı’ kabul ederken; iktidar, İstanbul Sözleşmesinden çıkma kararı aldı. İktidarın AB ile normalleşme, ilişkileri yeniden geliştirme söylemleri samimi değ il. Avrupa Parlamentosu Raporu, yakın ve orta vadede Türkiye ile olumlu bir gelişmenin söz konusu olamayacağını sergiliyor! 

Seçimde kamuya personel alımında mülakatı kaldıracağını vaat eden iktidar; milyonlarca genç işsizi, üniversite mezununu ve öğretmen adaylarını aldattı. İktidarın partizan kadrolaşmadan vazgeçmeyeceği, Milli Eğitim Bakanının her öğretmen için 45 dakika ‘Mülakat gibi mülakat yapacağız’ sözleriyle açığa çıktı!

2010’daki anayasa değişikliğiyle adli, idari ve yüksek yargıda, emniyette, istihbaratta, mülki idarede cemaat-tarikat kadrolaşmasına zemin hazırlayan iktidar, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden sonra bu kadrolaşmayı ‘tasfiye’ bahanesiyle çıkarttığı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kamuya personel alımında mülakat zorunluluğu getirip ‘parti devleti ve partizan kadrolaşmayı’ devreye soktu. Yargıdan, üniversitelerden, emniyetten, bilgi teknolojileri kurumundan, ordudan kitlesel tasfiyelerle boşaltılan kadrolar, göstermelik mülakatlarda AKP’den getirilen kartvizitlerin referansıyla dolduruldu. Yargıda avukatların hakim-savcı olmasına olanak sağlanırken, parti üyesi kartı olanlar yargı kadrolarına dolduruldu. Benzer şekilde emniyette polis alımlarında, yeni oluşturulan bekçi kadrolarında, tasfiye edilen Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) yerine oluşturulan Bilgi Teknolojileri Kurumu’nda (BTK) ve özellikle öğretmen atamalarında mülakatlarla parti kadrolaşmasına hız verildi. Geçmişte KPSS’de, Üniversite Sınavı’nda, Polis Akademisi sınavlarında, yargıya hakim-savcı alımlarında uygulanan ‘soru çalma’ yöntemleri, iktidar tarafından da benimsendi. Sınavları yapan ÖSYM ve YÖK partizanlaştırıldığı gibi, sınav sorusu hırsızlıkları ve soru ticareti olayları doğru düzgün soruşturulmadan üstü örtüldü. Devletin kritik birimlerine alınacak personel için mülakat, güvenlik soruşturması vb. yöntemler söz konusu olabilir. Ancak tüm memur alımlarında mülakatın mecburi kılınması ‘AKP’ye biat etmeyene iş de ekmek de yok’ demektir.

İktidar, mülakatı kaldırma vaadimiz üzerine 14 Mayıs seçim beyannamesinde aynı vaadi sahiplendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Kamuya işe alımları görevin getirdiği zorunluluklar dışında mülakatı kaldırarak gençlerimizin sınavlardaki başarı sıralamasına göre yapacağız’ vaadini duyurdu. Eski Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, ‘Öğretmen alımında mülakat olmayacak. Atamaları KPSS puanına göre çok hızlı bir şekilde gerçekleştireceğiz.’ dedi. Şimdi yeni Bakan Yusuf Tekin, öğretmenlere ‘mülakat gibi mülakat yapacağız’ diyor. Atamalarda KPSS ve mülakat puanının yüzde 50-50 etkili olacağını söylüyor. Her öğretmen adayı üç kişilik komisyon önünde, kamera eşliğinde 45 dakika mülakata alınacak. Örneğin 50 bin öğretmen atanacaksa her biri için 45 dakikalık mülakat toplam 37 bin 500 saat, 1562 gün, 4 yıl 3 ay sürecek. Gençler; akıl, bilimsellik, insana saygı ve adalet dışı yöntemle mülakat sırasını beklerken, yaşlanacak!

AKP’li olmayan gençlerin umutlarını çalıp geleceklerini karartmanın, açlık ve işsizliğe mahkum etmenin yöntemi ‘mülakat gibi mülakatlarda’ omur tükettirmek. Atadığı Milli Eğ itim Bakanının açıklamalarına sessiz kalan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘su kut ikrardan gelir’ deyişini doğruluyor. Parti devleti ve partizan kadrolaşma zihniyetinden vazgeçmediklerini teyit eden bu suskunluk, iktidarın işsiz gençleri ve onlara emek veren ailelerini yalan vaatlerle kandırdıklarını sergiliyor!

Orta Vadeli Program’da (OVP) yerel seçim sonrası milyonlarca çalışanın sosyal güvenlik, emeklilik, kıdem tazminatı haklarını elinden almaya dönük hazırlık yapılıyor. IMF literatüründeki ‘güvenceli esnek çalışma ve tamamlayıcı emeklilik sistemi’ modeli OVP’de yer alıyor. OVP’deki emekçiyi yoksullaştırma-haklarını elinden alma düzenlemeleri, iktidarın alın teri ve emek karşıtlığının belgesidir!

İktidarın büyük iddialarla ilan ettiği OVP’de çalışan, ücretli, emekçi ve emekli kesimlere yönelik hiçbir olumlu düzenleme yer almadığı gibi tam aksine satır aralarına gizlenmiş, IMF literatüründen alınma sözcüklerle ambalajlanmış bazı hedefler, çalışanların sosyal güvenlik, kıdem tazminatı haklarının, emeklilik umutlarının ellerinden alınmasını içeriyor. OVP’de yer verilen ‘güvenceli esnek çalışma’ modeli, çalışanların sosyal güvenceden yoksun ve daha fazla sömürülmesine olanak sağlayacak bir sistemi öngörmektedir. Programda ‘yeni nesil çalışma modelleri’ diye nitelendirilen ‘uzaktan kısmi ve geçici süreli çalışma’ modeli ile ilgili mevzuatların ve gerekli yasaların kısa sürede yürürlüğe konulacağı ifade ediliyor. Bunlar IMF’nin daha önce Şili’ye, Arjantin’e, darbe yönetimlerine dikte ettiği ve bu ülkelerdeki milyonlarca çalışanı geleceğini yitirmekle karşı karşıya bırakan modeller.

Esnek uzaktan çalışma modelinde çalışanın ücreti uzaktan ve kısmi çalıştığı için düşük tutulacak. İşveren, yasaların öngördüğü yasal yükümlülüklerden muaf olacak. Kısmi ve esnek olduğu için asgari ücretin altında ücretlerle insanların çalıştırılmasına zemin hazırlanacak. Çalışanın sosyal güvenlik, emeklilik, kıdem tazminatı vb. hakları da söz konusu olmayacak. Uzaktan-kısmi-esnek çalışan kişilerin bir arada olmamasının getirdiği ortam nedeniyle sendikal örgütlenme, toplu sözleşme vb. hakları da olamayacak.

OVP’de Bireysel Emeklilik sistemindeki (BES) devlet katkısının artırılması, ayrıca Tamamlayıcı Emeklilik sisteminin (TES) uygulamaya konulması hedefleniyor. Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek, önceki bakanlık döneminde de TES’i de hayata geçirmek için girişimde bulunmuştu. Ancak o dönemde sendikaların karşı çıkması, uyarı grevleri ve toplu iş bırakma eylemleriyle bu konuda geri adım atmak zorunda kaldı.  

İMF’nin stand-by imzaladığı ülkelere dayattığı, çalışanların ücret ve sosyal haklarıyla tazminatlarının aşağı çekilmesini, işveren u zerindeki istihdam yükünün düşürülmesini, devletin sosyal yükümlüklerinin ‘özel fonlara’ devredilmesini öngören bu modelin OVP’de tekrar gündeme getirilmesi, IMF ile yürütülen gizli pazarlıkların bir başka kanıtıdır!

Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES), SGK’nın yükünü n azaltılması bahanesiyle, emeklilik güvencesinde devletin aşamalı şekilde devreden çıkartılıp sistemin özel emeklilik fonlarına devredilmesini amaçlayan bir model. İşveren ve devlet, çalışanların emeklilik ikramiyesi veya kıdem tazminatından sorumlu olmayacak. OVP’de TES’in 2024’u n ikinci yarısında yasalaştırılması öngörülüyor. Daha önce gündeme getirilen ve sonra geri çekilen Kıdem Tazminatı Fonu yasasının TES’le birlikte TBMM’ye geleceği i anlaşılıyor. İktidar, yerel seçim öncesi tepki çekmemek için TES’i 2024’ün ikinci yarısına hazırlıyor! 

Ekonomi yönetimi, kartlı harcamaların enflasyona neden olduğunu savunarak kredi kartlarına yeni kısıtlamalar getiriyor. Gelirleri enflasyonla eriyen, ekonomik krizin yükü vergi ve zamlarla üstlerine bindirilen geniş kesimler, yaşamlarını kredi kartıyla idame ettirebilirken şimdi bu olanakları da kısıtlanıyor! 

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, kredi kartıyla yapılan harcamaların yüzde 140 arttığını belirterek, talep ve tüketimi kısarak enflasyonu düşürmek için kredi kartlarına yeni kısıtlamalar getirileceğini duyurdu. Faiz indiriminde ısrar sonucunda kurların ve enflasyonun patlamasının gerçek sorumlusunu açıklamak yerine, temel ihtiyaçlarını kredi kartıyla karşılayabilenlere suçun yüklenmesi, beceriksizliğe bahane üretmektir. Bakan Şimşek; 2021 eylülünden 2023 mayısına kadar kurların baskılandığını, kendilerinin kurları serbest bıraktıklarını ve müdahale etmediklerini söylerken, bu akıl dışı ekonomi politikalarını uygulayanların, Merkez Bankası rezervini nasıl sıfırladığını, rezervlerin eksiye düşürüldüğünü söylemiyor. İktidarın büyük yanlışlarıyla krize sürüklenen ülke ekonomisinin faturasını ödeyen milyonlarca ücretli, dar gelirli, emekli, asgari ücretli enflasyonla eriyen gelirleri yetmediği için en temel ihtiyaçlarını bireysel kredi ve kredi kartıyla karşılamaya mahkum edildiği gibi şimdi de krizin suçlusu, sorumlusu ilan ediliyor.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) haftalık bankacılık sektörü verilerine göre, bankaların toplam kredi hacmi 8 Eylül itibarıyla 38 milyar 371 milyon lira artarak 10 trilyon 463 milyar 132 milyon liraya yükseldi. Aynı haftada yüzde 0,8 artan bankacılık sektörü toplam mevduatı ise 13 trilyon 33 milyar 50 milyon lira oldu. Bakan Şimşek’in ‘enflasyonun nedeni’ diye gösterdiği tüketici kredilerinin tutarı, 8 Eylül itibarıyla 729 milyon lira azalarak 1 trilyon 437 milyar 797 milyon liraya geriledi. ( 447 milyar 490 milyon TL konut, 87 milyar 286 milyon TL taşıt ve 903 milyar 21 milyon TL ihtiyaç kredisi)  

BDDK verileri; bankaların 10,5 trilyon liraya yükselen toplam kredi hacmi içinde bireysel ihtiyaç ve tüketici kredilerinin payının yüzde 10’u bulmadığını, Bakan Şimşek’in söylemlerinin gerçeklerle örtüşmediğini gösteriyor!

Kredi kartıyla yapılan harcamalara ilişkin veriler ise Bakan Şimşek’in iddialarının aksini sergiliyor. 8 Eylül itibarıyla bireysel kredi kartı harcamaları toplamı yüzde 0,3 artışla 924 milyar 698 milyon lira oldu. Kart harcamalarının 422 milyar 44 milyon lirası taksitli, 502 milyar 654 milyon lirası taksitsiz harcamalardan oluştu. Kredi kartı harcamalarının yüzde 80’e varan kısmı akaryakıt ve gıda harcaması. Kalan yüzde 20 ise sağlık, eğitim, fatura ödemesi, kırtasiye vb. harcamalar. Akaryakıt ve gıdaya yapılan zamlarla bu iki kalemdeki kartlı harcamalar geçen yıla kıyasla yaklaşık yüzde 200 arttı. İnsanlar, gelirleri enflasyonla eridiği için gelecekteki geliri kredi kartıyla harcayıp, temel ihtiyaçlarını karşılıyor.

Kartlı harcamaların kısıtlanması, ekonomide talep ve tu ketimin düşmesine, çarkların yavaşlayıp durmasına neden olacaktır. Yap-boza çevrilen ekonomi politikalarıyla başlatılacak bu deneyden, büyük ihtimalle bir süre sonra yaşanacak ağır kart borcu yükü ve geri ödemelerde tıkanıklıkla vazgeçilmek zorunda kalınacaktır.

Eylül ayı Piyasa Katılımcıları Anketi sonuçları, Orta Vadeli Program hedeflerinin inandırıcı bulunmadığını gösterdi. Yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 70’e yaklaştı. İktidarın 2024’te yüzde 33 olarak hedeflediği gelecek yıla dönük enflasyon beklentisi yüzde 45’e tırmandı. Yılsonu dolar/TL kuruyla ilgili beklentiler 30 liranın üstüne çıktı!

İktidarın büyük iddialarla ilan ettiği OVP hedefleri, Merkez Bankası’nın (MB) eylül ayı Piyasa Katılımcıları Anketi (PİKA) sonuçlarında inandırıcı ve güvenilir bulunmadı.  MB’nin temmuzda yüzde 23’ten 58’e, ağustosta 62’ye yükselttiği yılsonu enflasyon beklentisi, OVP’de ise yüzde 65 olarak yer almıştı.  

PİKA Anketi sonuçlarına göre; yılsonu TÜFE beklentisi ağustosta yüzde 59,46 iken eylülde yaklaşık 9 puan birden artarak yüzde 67,22'ye yükseldi. Yılsonu enflasyonunun neredeyse yüzde 70’e yaklaşacağını öngören PİKA katılımcılarının 12 ay sonrası için öngördüğü TÜFE beklentisi ise yüzde 42,01'den yüzde 44,94'e çıktı. 24 ay sonrası için öngörülen enflasyon beklentisi yüzde 22,54’ten yüzde 23,87’ye çıktı. Gerek MB’nin gerekse OVP’nin bu yıl ve 2024 ile 2025 için ilan ettiği enflasyon hedeflerinin tutmayacağı, bu hedeflerin üzerinde bir enflasyon artışının söz konusu olacağı katılımcılar tarafından öngörülüyor. 2023 sonu için ilan edilen yüzde 65, 2024 için hedeflenen yüzde 33 oranındaki enflasyon gerçekçi ve inandırıcı bulunmuyor. CB Erdoğan 2024 başından itibaren enflasyonun düşeceğini ifade ederken, Hazine ve Maliye Bakanı enflasyonda düşüş için 2024 yaz aylarını, MB Başkanı 2025 sonrasını dile getiriyor. Çelişkili bu söylemlerin piyasa profesyonelleri tarafından ciddiye alınmadığı MB’nin Pika anketiyle açığa çıkıyor. Diğer yandan OVP’deki döviz kuru hedeflerinin de PİKA sonuçlarındaki beklentiler karşısında inandırıcı bulunmadığını gösteriyor. Yılsonu dolar/TL beklentisi ağustosta 29,82 iken eylülde 30,14’e yükseldi. Eylül anketinde 12 ay sonrası için dolar/TL kuru öngörüsü de ağustos ayındaki 34,58 TL’den 37,26 TL’ye yükseldi. PİKA katılımcıları TL’deki değer kaybının süreceğini, döviz kurlarının artmaya devam edeceğini düşünüyor. Uluslararası finans kurumları ve yabancı yatırım bankaları ile Fitch, Moody’s gibi kredi derecelendirme kuruluşları yılsonu enflasyon tahminlerini yüzde 70’in üzerine çekerken, MB politika faizinin de yılsonunda yüzde 3545 düzeyine çıkacağını raporlarına yansıttılar. PİKA anketinde ağustos ayında 7,5 puanlık artışla yüzde 25’e yükseltilen politika faizinin eylül ayında yüzde 30’a yükseltilmesi beklentisi dile getirildi. Katılımcıların bu ay yapılacak Para Politikaları Kurulu (PPK) toplantısında en az 5 puanlık bir faiz artışının daha yapılmasını öngördüklerini gösteriyor.  Yılsonu için ağustosta 43,6 milyar dolar olan cari açık beklentisi eylülde 44,3 milyar dolara yükseldi. 2024 içinse ağustosta 30,6 milyarlık cari açık beklentisi 33,9 milyar dolara çıktı.  

Pika Anketinde cari açık beklentisindeki kötüleşme, iktidarın gerek rasyonel ekonomi politikalarına geçiş söylemlerinin gerekse OVP’deki cari açığı düşürme hedefinin tıpkı enflasyon, döviz kuru, faizde olduğu gibi ‘gerçekçi ve inandırıcı’ bulunmadığını sergiliyor. PİKA eylül anketi, iktidarın inandırıcılık sorunu yanında, piyasa profesyonellerinin beklentilerinde kötümserlik ve endişelerin de arttığını gösteriyor!

OVP’nin mürekkebi kurumadan en iddialı hedeflerden birisi olan cari açıkta yılsonu için öngörülen tutarın aşılacağı, temmuz ayı rakamlarıyla netleşti. Haziranda 627 milyon dolar cari fazla verilmesini yeni ekonomi programının başarısı olarak sunan iktidar, temmuzda gerçekleşen aylık 5,5 milyar dolarlık cari açığa suskun! 

Enflasyonun düşürülmesi yanında ekonomi yönetiminin en önemli ve öncelikli hedefi olarak ilan edilen cari açığın azaltılmasında Orta Vadeli Program’daki (OVP) tutarların ciddi şekilde aşılacağı, geçen hafta açıklanan temmuz ayı rakamlarıyla kesinleşti. Aylık cari açık 5 milyar 466 milyon dolar oldu.

Haziran ayında uzun Kurban Bayramı tatilinin etkisiyle 9 gün boyunca gümrük işlemlerinin yapılamaması, ithalatın buna paralel olarak gerilemesi sonucunda 21 ay sonra ilk kez aylık bazda 627 milyon dolar fazla veren cari açıktaki bu gelişme iktidar ve ekonomi yönetimi tarafından rasyonel politikalara geçişin ilk önemli başarısı olarak sunulmuştu. Ancak hemen bir ay sonra, bu kez aylık 5,5 milyar dolara yaklaşan bir cari açık verilmesi karşısında ise suskun kalındı. Ocak-Temmuz dönemi yedi aylık cari açık toplam tutarı 42 milyar 286 milyon dolara yükseldi. Yılsonu için öngörülen cari açık hedefi OVP’de 42,5 milyar dolar olarak yer alıyor. OVP hedefinin tutması için ağustos-aralık dönemi beş ayda verilecek cari açığın 214 milyon doları aşmaması gerekiyor. Ağustostan itibaren yılsonuna kadar her ay cari verilecek açık en fazla 42,8 milyon dolar olmak zorunda.

Sadece temmuzda yaklaşık 5,5 milyar dolar cari açık verildiği göz önünde tutulduğunda, beş ayda 214 milyon dolarlık tutarın aşılmaması olanaksız. Daha önceki 18 OVP’de hiçbir hedefin tutmaması gibi, 19’uncu OVP’de de aynı durumun yaşanacağı, hedeflerin kağıt u zerinde kalacağı anlaşılıyor. 

Bir yandan faizleri artırarak kur artışlarını önlemeye çalışan ekonomi yönetimi diğer yandan ihracatı artırmayı, ithalatı azaltmayı ve böylece cari açığı düşürmeyi öngörüyor.  Oysa ihracatçıların beklentisi kurlara baskı yapılmaması, daha fazla ihracat için kurların artışına izin verilerek ihraç mallarının alıcılar açısından ucuzlaması. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) daha üç ay önce dolar/TL kurunun en az 30 olması gerektiğini, kurların baskılanarak belirli bir seviyede tutulmaya çalışılmasının ihraç ürünlerini pahalılaştırdığını, alıcıların başka pazarlara yöneldiğini gündeme getiriyordu.

Kurlar baskılanarak olması gereken düzeyin altında tutulduğunda ithalat daha cazip hale geliyor ve dış ticaret açığındaki makas buyuyor. Kaldı ki cari açıktaki artışı en fazla etkileyen unsur, dış ticaret açığının katlanarak büyümesi!

Daha yedinci ayın sonunda cari açıkta yılsonu için belirlenen hedefe yaklaşılması, OVP’de yılsonu için ilan edilen dış ticaret açığı, ihracat ve ithalat hedeflerinin de tutturulamayacağını gösteriyor. Cari açığın finansmanının büyük ölçü de MB rezervlerinden yapılması, Hazine ve Maliye Bakanının ‘rezerv biriktirme’ planının zora gireceğini işaret ediyor.  İktidarın yılsonu için yegâne beklentisi, Birleşik Arap Emirlikleri’ne yapılacak tahvil satışından gelecek 8-11 milyar dolar!

Üç haneye giden Tarım-ÜFE’ye, yüzde 60’a varan resmi enflasyona karşılık, Resmi Gazete’de yayınlanan 2023-2024 Tarım Destekleri kararında gübre desteği ‘SIFIR’ zamla 2022 ile aynı tutuldu. Alan bazlı fındık desteği, 2014’ten bu yana artırılmadı. İktidar, ülke tarımını bitiriyor! 

Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı, mazot zamları ve gübre fiyatlarında üç haneli fiyat artışlarına karşı üreticiye acil destek çağrısında bulundu. Ekim ayından itibaren başta buğday olmak üzere pek çok üründe gelecek yılın ürün ekimi başlayacak. Çiftçi traktörüne mazot koyamaz, tohum ve gübre atamaz halde. Ağustos ayı Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksindeki (Tarım-ÜFE) artış aylık yüzde 3,83, yıllık yüzde 76,35’e çıktı. Yüzde 80’e yaklaşan Tarım-ÜFE’nin yılsonunda yüzde 100’ü aşması kaçınılmaz görünüyor!

İktidar, 15 Eylül’de resmi gazetede yayınladığı CB Kararı ile 2023-2024 üretim sezonunda tarıma ve bazı ürünlere verilecek mazot ve gübre desteklerini duyurdu. Yılsonu resmi enflasyon hedefi bile OVP’de yüzde 65’e yükseltilirken, gübre desteğinde hiçbir artış yapılmaksızın ‘sıfır zam’ açıklanması üreticiyle alay etmektir. Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi’nde (Tarım-GFE) gübre bir yılda üç haneli artarken, CB kararında gübre desteği 2022 ile aynı kaldı. Geçen yıl dekar başına buğday, arpa, yulafta 46 TL, diğer tüm ürünlerde 21 TL olan gübre desteği değişmedi. Yapılan artışlar enflasyonun altında kalırken, fındıkta 2014’te dekar başına 170 TL’ye çıkartılan alan bazlı destek, değişmedi. Fındık üreticisine 10 yıldan bu yana aynı tutarda alan bazlı destek ödeniyor. 

Olağanüstü artan maliyetlere, girdi fiyatlarına, döviz kurlarına, enflasyona ve değersizleştirilen TL’ye rağmen tarımsal desteklerin ya hiç artırılmaması ya da bazı desteklerdeki artışın enflasyonun çok altında tutulması Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Türkiye’ye yeni kredi açacağını duyuran Dünya Bankası’nın talimatlarını hatırlatıyor. Tarım destekleriyle ilgili bu karar, iktidarın ‘dış güçler ve uluslararası tekellerin’ isteğiyle ülke tarımını bitirdiğini, üreticiyi yok etmeye çalıştığını akla getiriyor. İktidarın, enflasyon ve gıda fiyatlarındaki yükselişle mücadele için kurduğu Fiyat İstikrar Komitesi, Fahiş Fiyatla Mücadele Komitesi vb., kamuoyunda Gıda Komitesi olarak bilinen ‘Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi’ aylık toplantısını geçen hafta yaptı. Toplantı sonrası yapılan açıklamada; ‘Bazı tarımsal ürünlerde tüketici aleyhine muhtemel fiyat artışlarının önüne geçilebilmesi için ilgili kurumlar aracılığıyla gerektiğinde piyasada değerlendirmek üzere ürün tedariki yapılacaktır’ denildi. Gerektiğinde ürün tedariki yapılmasının anlamı, gıdada ithalat kapısının açılacağını gösteriyor. 

Çaresizliğe terk edilen yerli üreticiye uç kuruşluk desteği çok gören, ‘ne halin varsa gör’ diyen iktidar, bir yandan da üreticiyi ithalatla tehdit ediyor. Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi, ithal tarım ve gıda ürünlerine milyarlarca dolar o demeye hazır olduğunu bugünden ilan ediyor. Yerli üretici, mazota parası yetmediği için ürününü  piyasaya ulaştıramazken, iktidar ‘ya bu şartlarda üretmeye razı olursun ya da her şeyi Hans’tan, Georğe’dan alırım’ mesajıyla üreticiye sopa gösteriyor!

Avrupa Birliği (AB) yeni bir genişleme dalgasını devreye koyuyor. Aralarında

Ukrayna, Moldova, Gürcistan’ın yanı sıra Batı Balkan ülkelerinin yer aldığı 10 ülkenin 2030’a kadar AB üyesi olması hedefleniyor. AB’nin yeni genişleme planında Türkiye’nin yer almaması, AB açısından demokratikleşme kriterinin ön planda olduğunu gösteriyor.

Avrupa Parlamentosu (AP), AB’nin yeni bir genişleme dalgasına hazırlanmasını öngören plana destek verdi. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AP açılışında yaptığı geleneksel ‘Birliğin Durumu’ konuşmasında AB’nin 2030’a kadar 10 ülkeyi kapsayacak yeni bir genişlemeye hazırlanması gerektiğini söyledi. Bu kapsamda Ukrayna, Moldova’nın tam üyelik başvurularının gündeme alınması ve müzakerelere başlama sürecinin karara bağlanması gerektiğini kaydeden Leyen, Gürcistan ve bir süredir tam üyeliğe adaylık müzakereleri yürütülen Batı Balkan ülkelerine verilen sözlerin tutulması gerektiğini kaydetti. AB komisyonu Başkanı, birliğin inandırıcı olması için bu ülkelere tam üyelik konusunda bir takvim vermesi gerektiğini dile getirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası 1990’ların son çeyreği ile 2007 arası dönemde eski Doğu Bloku ve Varşova Paktı üyesi 9 ülkeyi (Polonya, Çekya, Slovakya, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Litvanya, Estonya, Letonya) tam üyeliğe alan AB, Yugoslavya’nın dağılması sonrasında ise

Hırvatistan ve Slovenya’yı tam üyeliğe aldı. Eski Yugoslavya’dan ayrılan Karadağ ve

Sırbistan ile aday üyelik süreci yürütülüyor. Bunun yanında yine eski Yugoslavya’dan kopan Bosna-Hersek, Kosova’nın yanı sıra Batı Balkan ülkeleri Kuzey Makedonya, Arnavutluk ile de tam üyeliğe adaylık doğrultusundaki temaslar son birkaç yıldan bu yana hızlandırıldı.  

AB’nin onayladığı ‘Yeşil Mutabakat’ ve karbon emisyonlarının azaltılması kriterleri 2030’da tamamlanacak. Üye ve üyeliğe aday ülkelerin bu kriterleri karşılaması gerekiyor. AB ülkeleri termik ve nükleer santralları kapatıyor. Yeşil sertifika ve ‘karbon nötr’ belgesi olmayan ürünlerin AB pazarına girişi kısıtlanacak, ek gümrük vergisi uygulanacak. Bu karar en büyük ihraç pazarı AB olan Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. İktidar, yeşil enerji mutabakatı ve Paris İklim Anlaşması’nı imzalamasına rağmen kömürlü termik santrallara, linyit madenlerine yeni teşvikler veriyor. Akbelen başta olmak üzere kömür santralları için ormanlar, çevre, doğa yok ediliyor. Bu da Türkiye’nin AB ile tam üyelik müzakereleri sürecinde önemli bir handikap.

Avrupa Konseyi (AK) Başkanı Charles Michel de AB’nin 2030’a kadar yeni üyeleri kabule hazır olması gerektiğini ifade etti. Bu çerçevede Batı Balkanlar'da 6 ülke (Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova, Kuzey Makedonya) AB üyeliğine aday ve müzakere yürütüyor. Ukrayna ve Moldova ile katılım müzakereleri başlatmak içinse AB liderler zirvesinde tavsiye kararı bekleniyor. Gürcistan da AB üyeliği için sırada bekliyor.

2030’da tamamlanacak yeni genişlemede ‘tam üyelik müzakere surecindeki’ Türkiye’den söz edilmiyor. Bunda, başta demokratikleşme kriterlerinin yıllardır karşılanmamasını, AB üyesi Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) tanınmamasını, yine Doğ u Akdeniz ve Ege’de AB üyesi Yunanistan ve GKRY ile su ren anlaşmazlık ve gerilimleri kriz başlıkları olarak görmek olanaklı. 

Güney Kafkasya’da Azerbaycan-Ermenistan arasında Dağlık Karabağ’da yeni bir sıcak savaş ihtimali artıyor. Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a yakın bölgesinde devlet başkanlığı seçimi yapılması gerilimi tırmandırırken, ABD-Ermenistan arasında ortak askeri tatbikat, bölgede ‘Barış Gücü’ bulunduran Rusya’nın tepkisine yol açtı!

Azerbaycan-Ermenistan arasında yıllardır devam eden ve zaman zaman savaşa dönüşen Dağlık Karabağ sorunu, Güney Kafkasya’da yeni bir çatışma ihtimalini güçlendirdi. 2020’deki son savaşta Türkiye’nin de desteğiyle Dağlık Karabağ’ın önemli bölümünü kontrolüne alan ve stratejik noktaları ele geçiren Azerbaycan, bölgede yeniden tırmanan çatışma ihtimali üzerine asker yığmaya başladı.

Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a yakın bölgesinde geçen hafta devlet başkanlığı seçimi yapılması Azerbaycan ve Türkiye’nin sert tepkisine neden oldu. CB Erdoğan, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile yaptığı telefon görüşmesinde seçimin meşru olmadığını, seçim sonuçlarının tanınmadığını iletti. Yeni bir çatışma ihtimalinden uzak durulması yönünde Türkiye ve Rusya’nın telkinlerine rağmen her an yeni bir Azerbaycan-Ermenistan çatışması ihtimali artıyor. Rusya tatbikat kararına sert tepki gösterirken ABD’yi bölgeyi istikrarsızlaştırmaya çalışmakla suçladı. Ermenistan Başbakanı Paşinyan, Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’nın bölgedeki sorunlara müdahale gücünün azaldığı varsayımıyla AB ve ABD ile yakınlaşma girişimlerine yöneldi. 11-20 Eylül arasındaki ABD-Ermenistan tatbikatı yanında, Ermenistan Parlamentosu’nun kabul ettiği bir yasa da Ermenistan’ın Rusya ile bağları koparma niyetinin göstergesi.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kararlarının tanınmasını öngören Roma Mutabakatı’nı daha önce imzalayan Ermenistan, yıllardır bunu parlamentosundan geçirmemişti. Başbakan Paşinyan, geçen hafta Roma Mutabakatının onaylanmasını içeren yasayı parlamentoya gönderdi ve yasa kabul edildi. UCM, Rusya Lideri Putin hakkında Ukrayna’da savaş suçu işlediği iddiasıyla yakalama ve tutuklama kararı çıkartmıştı. Putin bu yüzden uzun süredir yurt dışına seyahat etmekten kaçınıyor.  Rusya’nın Ermenistan ile sıkı askeri, siyasi, ekonomik bağları yanında bu ülkede askeri üsleri ve Güney Kafkasya operasyon güçleri bulunuyor. Ermenistan Parlamentosu’nun onayladığı yasa nedeniyle Putin bu ülkeyi ziyaret ettiğinde tutuklanabilecek.  Rusya’nın bu hamlelere ne karşılık vereceği önümüzdeki günlerde netleşecek. Dağlık Karabağ’da olası bir yeni Azerbaycan Ermenistan savaşı, bölgede büyük çaplı askeri güç bulunduran, Zengezur ve Laçin Koridorunu kontrolünde tutan Rusya açısından ciddi sorunlara neden olabilir.

İran, sınırlarında yaşanabilecek bir çatışmaya müdahale edeceğini açıkladı. Bölgede buğu ne kadar Ermenistan’a destek veren İran, Rusya ile siyasi-askeri iş birliğini önemsiyor. Ermenistan topraklarında ABD ile gerçekleştirilen ortak tatbikat Rusya gibi İran’ın da sert tepkisine neden oldu ve Ermenistan’a desteğini mesafeli tutmasına zemin hazırladı. Yeni gelişmelerin olası bir sıcak savaşa dönüşmesi, Güney Kafkasya’daki bölgesel dengeler u zerinde Türkiye’yi de yakından ilgilendiren farklı etkilere yol açabilir!

Etiketler
  YORUMLAR 0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  DİĞER SİYASET Haberleri
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ
Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI