CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/19 Kasım 2023

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak Her hafta yayımladığı 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nu yayımladı. Türkiye ve Dünya Gündemi olarak yayımladığı raporu Sıcak gündem, Ekonomi, Tarım, İç politika, Dış politika başlıklarıyla komuoyu ile paylaştı.
 Tarih: 19-11-2023 16:43:02
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/19 Kasım 2023

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'ın 19 Kasım 2023 tarihli raporu şöyle:

TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ

SICAK GÜNDEM

2017’deki Anayasa Referandumunda mühürsüz oyları geçerli sayma pahasına hazırladıkları değişikliğin yürürlüğe girmesini sağlayan iktidar, şimdi bu değişikliğin ittifakları zorunlu kılmasından yakınıyor. Yüzde 50+1’in kaldırılmasını gündeme getiriyor!

Borsadaki yatırımcı sayısının 10 kat artması, aynı zamanda milyonlarca kişinin sanal bahisçilerin, kripto paracıların ve sosyal medya fenomenlerinin dolandırıcılık tuzağına düşmesi, iktidarın yarattığı çaresizliğin en somut fotoğrafıdır!

İÇ POLİTİKA

Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan, 11 bin 400 TL asgari ücretli bir kişinin açlık veya derin yoksulluk çekmediğini savunurken, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı daha fazla ‘muhtaç’ aileye yardım verilmeye başlandığını duyurdu!

İktidar ittifakı ortağı MHP’nin ‘100. Yılda 100 il’ talebine olumlu yaklaşan iktidar, yılsonundan önce kendi lehine seçim kazanmayı umduğu bazı ilçeleri il, bazı illeri büyükşehir ilan edip seçimi etkileme yoluna gidebilir!

EKONOMİ

Türkiye’nin Uluslararası Kredi Risk Primi (CDS) 350 puanın altına inerek 347’ye geriledi. İktidarın otokrat tavrı, CDS’nin normalleşmesini ve Türkiye’ye pozitif bakışı engelliyor. Dolar, dünyada değer kaybederken Türkiye'de değer kazanıyor!

Ekim 2023’te aylık bütçe açığı 95,5 milyar TL olurken 10 aylık bütçe açığı 608 milyar TL’ye yükseldi. Bütçe açığı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 400 arttı!

Türkiye genelinde barınma krizi, iktidarın 21 yıldır uyguladığı rant odaklı konut ve inşaat politikalarıyla zirveye tırmandı. Konut satışları hızla geriliyor. Konut kredisiyle ev sahibi olmak olanaksız hale geliyor!

TARIM

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın hayvancılığı ayağa kaldırmak için bazı plan ve programları gündeme alması, giderek yok olmaya sürüklenen ülke tarım ve hayvancılığı adına yanlıştan dönme yolunda atılan önemli bir adımdır.

DIŞ POLİTİKA

İsrail-Hamas arasındaki Gazze savaşında desteğini açıkça Hamas’tan yana koyan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemleri hem ABD, AB ve NATO ile hem de Arap ülkeleri ile Türkiye arasında mesafeyi açtı!

Suudi Arabistan’da düzenlenen İslam Ülkeleri İş Birliği Teşkilatı toplantısı sonuç bildirisinde; Arap ülkelerinin eyleme geçme konusunda ayak sürümeleri, Filistinlilerin yalnızlığını bir kez daha gözler önüne serdi.

2017’deki Anayasa Referandumunda mühürsüz oyları geçerli sayma pahasına MHP ile hazırladıkları değişikliğin yürürlüğe girmesini sağlayan iktidar, şimdi kendi getirdikleri yüzde 50+1 oy zorunluluğunun kaldırılmasını gündeme getiriyor. Bu değişikliğin ittifakları zorunlu kılmasından yakınıyor!

Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan ve ittifak ortağı MHP, o dönemde gerek Cumhurbaşkanının yüzde 50+1 oyla seçilmesi zorunluluğunu gerekse seçim ittifaklarını, güçlü iktidar ve istikrarı, hızlı karar alma süreçlerini sağlayacağı gerekçesiyle savunuyorlardı. 2023 seçimlerinde ittifakların varlığından rahatsız olunca bu kez seçim yasasını değiştirip oy sayımı ve dağılımında farklı yöntemleri yasalaştırdılar. Buna rağmen Cumhurbaşkanı seçimi ikinci tura kalınca şimdi yüzde 50+1 oy zorunluluğunun kaldırılması gerektiğini gündeme getiriyorlar. CB Erdoğan, yüzde 50+1 oy mecburiyetinin partileri yanlış yollara sevk ettiğini öne sürerek söz konusu maddenin ‘en çok oyu alan seçilir’ şeklinde değiştirilmesi gerektiğini, böylece seçimin hızlı bir şekilde tamamlanacağını savunuyor.

Kamuoyunda yeni bir anayasa değişikliğine zemin hazırlamak için önce Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Yargıtay arasında hukuk ve anayasa mücadelesi senaryosunu hayata geçirdiler. Oysa anayasa gayet açık iki yüksek mahkeme arasında uyuşmazlık durumunda AYM kararı geçerlidir. Yine 2010’da kendi yaptıkları anayasa değişikliğini şimdi ‘anayasanın satır aralarında darbeci ruhun zihniyeti dolaşıyor’ diyerek eleştiriyorlar.

Yüzde 50+1 oyla seçilme zorunluluğundan şikayetçi olan Cumhurbaşkanı, bir yandan da yargı kurumları arasındaki anlaşmazlığı gündeme getirerek, AYM’nin yetkilerini kısıtlama hazırlığında. 2010’da ‘devrim’ diyerek referandumda savunduğu AYM’ye bireysel başvuru hakkını sınırlama çabasında. O dönemde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Türkiye’den çok fazla davası olmasını, hak ihlali kararlarıyla yüklü tutarlarda tazminatlara hükmedilmesini gerekçe göstererek AYM’ye bireysel başvuru hakkını anayasaya koydular. Şimdi ise AYM’deki 130 bin bireysel hak ihlali davasını gerekçe gösterip, anayasayı ortadan kaldırmak istiyorlar. Gerçek niyet ne yeni ve demokratik, özgürlükçü bir sivil anayasa ne de devlet yönetiminde istikrar. Tüm çabaları kural, yasa, anayasa ile bağlı olmaksızın diledikleri gibi ülkeyi keyfi şekilde yönetebilmek. Yüzde 50+1 oy şartını getiren anayasa değişikliği aynı zamanda bir kişinin en fazla iki dönem üst üste Cumhurbaşkanı seçilebileceğini de içeriyor. Ancak burada da yüksek yargı organı konumundaki Yüksek Seçim Kurulu (YSK), tıpkı 2017 referandumu kaybedilmek üzereyken yasaya rağmen verdiği mühürsüz oy ve zarfları geçerli sayma kararı gibi, 2014 ve 2018’de iki kez seçilen CB Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığına onay verip anayasayı yok saydı.

İktidarın seçim ittifaklarının ve yüzde 50+1 koşulunun yanlış olduğunu 6 yıl sonra fark edip, kaldırmayı gündeme getirmesi ve bunu yine yeni anayasa değişikliğine bağ laması bir senaryodur. Otokrat tek adam yönetimini Mısır ve Suriye’deki gibi göstermelik bir seçim, mühürsüz zarf ve sandık oyunlarıyla meşrulaştırıp, en çok oy alanın seçileceği bir sisteme bağ lama hevesine, Millet ve iradesiyle seçtiği TBMM, geçit vermeyecektir!

Borsa İstanbul’da yatırımcı sayısının 8 milyonu aşması ve Türkiye’de ortalama her 10 kişiden birinin borsa yatırımcısı haline gelmesi, gelecek umutlarının hızla tükendiğini gösteriyor. Borsadaki yatırımcı sayısının 10 kat artması, aynı zamanda milyonlarca kişinin sanal bahisçilerin, kripto paracıların ve sosyal medya fenomenlerinin dolandırıcılık tuzağına düşmesi, iktidarın yarattığı çaresizliğin en somut fotoğrafıdır!

Borsa İstanbul (BİST) Genel Müdürü Korkmaz Ergun, birkaç yıl öncesine kadar nüfusun yüzde 1’i düzeyinde olan borsadaki yatırımcı sayısının 10 kat artışla 8 milyon kişiyi aştığını basit bir ortalamayla her 10 kişiden birisinin ‘borsa yatırımcısı’ olduğunu açıkladı. Türkiye nüfusunun 85 milyon kişi olduğu, 18 yaşından küçüklerin borsada işlem yapamayacağı, hesap açtıramayacağı, yatırımcı olamayacağı düşünüldüğünde borsa yatırımcılarının oranı yüzde 10’un da üzerinde. Son bir yıldan az bir sürede böylesine yüksek sayıdaki yatırımcının borsaya girmesi, finansal okur yazarlığı olmayan, gelecek umutları tükenen, yarının ne getireceğinden endişe duyan milyonların az sayıdaki manipülatörün kontrolündeki borsayı tek çıkış kapısı olarak gördüklerini gösteriyor.

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) haftada ortalama üç yeni şirketin halka arzına onay verirken bir yandan da halka arz edilen şirket hisseleri üzerindeki yoğun manipülasyonlardan dolayı hemen ertesinde bu hisselerin bazılarına tedbir ve işlem yasağı getiriyor. Her hafta yayınlanan SPK bülteninde en az 6 ay ile 1 yıl arasında borsada işlem yasağı getirilenlerin sayısında rekor artış söz konusu.  

Bir yandan BİST’teki yeni yatırımcı sayısı ülke nüfusunun yüzde 10’unu aşarken, diğer yanda 7,5 milyon takipçisi olan sosyal medya fenomenlerinin kurduğu sanal bahis, sanal kumar, güzellik salonu zincirleri, vb. organizasyonları üzerinden insanlar dolandırılıyor. Yasa dışı kazançlar, kayıt ve vergi dışı kara paralar aklanıyor. Düzenlenen operasyonlarla bu kara para ve kayıt dışı servet aklama organizasyonları açığa çıkartılmaya çalışılırken, Türkiye’de yakalanan suç örgütü liderleri ülkenin ne hale getirildiğini gözler önüne seriyor.  

Türkiye Serbest Muhasebeciler, Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği (TÜRMOB) özellikle son dönemde iflas, konkordato veya tasfiye aşamasında, bankaların kredi vermediği bazı şirketlerin büyük reklam kampanyalarıyla halka arz yoluyla finansman toplayıp ayakta kalmaya çalıştığına dikkat çekiyor. Kısa süre sonra arz edilen bu şirket hisselerini alanların kitlesel mağduriyetler yaşayabileceği uyarısında bulunuluyor. BİST Genel Müdürü, yatırımcı sayısının 8 milyonu aşmasının güzel bir gelişme olmakla birlikte ‘finansal okur yazarlık seviyesinin düşük olmasından ötürü yapılması gereken çok iş olduğunu’ belirterek örtülü bir şekilde mağduriyetler yaşanabileceğini ima ediyor.

Yabancı portföy yatırımcılarının gelmediği, var olanların yerli yatırımcı hücumu karşısında varlıklarını satıp çekildiği BİST’te, milyonlarca kişi 1000-1500 TL’lik tasarruflarla kısa sürede yüksek kazanç hayaliyle umut yolculuğuna çıkıyor. Her geçen gün iktidarın daha da yoksullaştırdığı kitlelerin BİST’teki olası bir çöküşte yaşayacağı sosyoekonomik yıkım ağır bir toplumsal travmaya dönüşebilir!

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, Türkiye’de yoksulluk çeken olmadığını eylül ayı işsizlik oranının 2013’ten bu yana gerçekleşen en düşük işsizlik oranı olduğunu ilan etti. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın sosyal yardım alan hanelere ilişkin resmi verileri, Bakanın yoksullukla ilgili iddiasını yalanladı. TÜİK’in genç işsizlik rakamları da gerçeğin bambaşka olduğunu gözler önüne serdi!

Önceki seçim dönemlerinde ‘tarihin en büyük istihdam kampanyası’ diye ilan edilen kampanyalarla 2 milyon kişiye yeni iş vaat eden iktidarın yalanlarını artık Türkiye İstatistik Kurumu da (TÜİK) örtemiyor. Daha önce Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile anlaşarak TOBB’a üye her işyerinin ilave bir kişiyi daha işe alması karşılığında SGK primini devletin üstlendiği kampanya, seçim bitip SGK desteği sona erince işe alınanların işten atılmasıyla sonuçlanmıştı. Her ile üniversite açıp gelecekte diplomalı işsizlere katılmaya aday 8 milyon genci ‘üniversite öğrencisi’ kimliğiyle, genç işsizliği gizlemenin aracına dönüştüren iktidarın planları ekonominin gerçekleri karşısında gizlenemez hale geliyor.

Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan, 11 bin 400 TL asgari ücretli bir kişinin açlık veya derin yoksulluk çekmediğini savunurken, aynı kabinenin Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı nisan ayında 3 milyon 300 bin olan sosyal destek ve yardım alan hane sayısının temmuz sonunda 400 bin hane ilavesiyle 3 milyon 700 bine tırmandığını, daha fazla ‘muhtaç’ aileye yardım verilmeye başlandığını duyurdu. Elektrik tüketimi için fatura desteği alan hane sayısı ise 4 milyon 142 bine ulaştı. İşsizlikte çizilen pembe tablolar, açığa çıkan resmi rakamlarla yalanlanıyor!

Geçen hafta açıklanan Eylül 2023 verilerinde TÜİK, işsiz sayısının bir ayda 46 bin kişi azalarak 3 milyon 168 bin kişiye gerilediğini, işsizlik oranının yüzde 9,1’e indiğini duyurdu. TÜİK’in aynı zamanda üçer aylık çeyrek dönemler itibarıyla da derlediği işsizlik rakamları tablonun bir başka boyutunu gösteriyor. Örneğin eylülde işsiz sayısı 46 bin azalırken, temmuz-eylül dönemi 3. çeyrekte tam aksine toplam işsiz sayısı 161 bin kişi artmış. İş bulma ümidini yitirdiği için iş aramaktan vazgeçenlerin sayısı temmuz-eylül döneminde 1 milyon 829 bin kişiyle son üç yılda 3. Çeyrekler itibarıyla en yüksek sayıya ulaşırken, bu kişilerin yüzde 23’ünü oluşturan 424 bini 15-24 yaş arası gençler. TÜİK’in daha önce aylık verilerle birlikte yayınladığı sonrasında yayından kaldırarak, üçer aylık dönemlerde verilerine yer verdiği en büyük işsiz grubu ise ‘Ne Eğitimde Ne İstihdamda’ yer alan NENİ grubundaki genç işsizler oluşturuyor. 15-24 yaş arası NENİ grubundaki genç işsizler 2 milyon 924 bin kişi. İş bulmaktan umudunu keserek iş aramaktan vazgeçen 424 bin genç ve NENİ tanımındaki 2 milyon 924 bin genç işsizlerin toplamı 3 milyon 348 bine ulaşıyor.

Bir yanda çalışma çağ ındaki her ü ç kadından birisi işsiz ve ü retim ğü cü nü n dışında kalırken diğ er yanda eğ itimli ve çalışma çağ ındaki her 4 ğençten biri işsiz ve ü retim dışı. Yaklaşık 3 milyon ğenç, ne eğ itimde ne işte! Hem kindar nesiller yetiştirmeyi hedefleyip hem de Teknofest Gençliğ i o ykü leri anlatan 21 yıllık AKP iktidarı, insan kaynağını hoyratça tüketiyor, umutları yok ediyor, işsizliği gizliyor!

Hazine ve Maliye Bakanının memleketi Batman’a ‘yakında büyükşehir olabilirsiniz’ vaadi, yerel seçimlere doğru iktidarın yine bir son dakika hamlesi ihtimalini düşündürüyor. Daha önce iktidar ittifakı ortağı MHP’nin ‘100. Yılda 100 il’ talebine olumlu yaklaşan iktidar, yılsonundan önce kendi lehine seçim kazanmayı umduğu bazı ilçeleri il, bazı illeri büyükşehir ilan edip seçimi etkileme yoluna gidebilir!

İktidar ittifakının ortağı MHP, kısa süre önce il sayısının 81’den 100’e çıkarılmasını gündeme getirerek Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’dan bu yöndeki düzenlemenin hızla yapılmasını istedi. İktidar medyasında, il olmaya aday ilçelerle ilgili haberlere ve listelere yönelik haberlere sıkça yer veriliyor.  

Son olarak Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, memleketi Batman’da, Batman’ın nüfus ve ekonomi açısından hızla büyüdüğünü, yeni Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) için 22 bin istihdam öngören 500’den fazla yatırım talebi olduğunu belirterek ‘Batman çok yakında büyükşehir olabilir’ vaadini dile getirdi.

Bazı illerin büyükşehir belediyesi statüsüne geçirilmesine dönük talep ve öneriler yaklaşan yerel seçimler öncesinde iktidarın bu yönde bir son dakika hamlesine girişebileceğini akla getiriyor.

İktidar, Büyükşehir Yasası’nda yaptığı değişiklikle 30 büyükşehirdeki 16 binden fazla köye ‘mahalle’ statüsü vererek doğrudan büyükşehirlere ve büyükşehir bünyesindeki ilçelere dahil etti.  

Bir gecede Türkiye’deki köy sayısı 34 bin 434’ten, 18 bin 214’e düştü. Bir diğer deyişle köylerin neredeyse %50’si mahalleye dönüştürüldü. Köyden dönüşen mahallelerin belediyeden yeterince hizmet alamayacak olması göz ardı edildi. Aynı yasa değişikliğiyle 1053 beldenin statüsü mahalleye dönüştürüldü.  

2012 yılında yapılan bu yasa değişikliği 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde uygulanarak seçim bölgeleri ve seçmen sayıları değiştirildi. 

Köylerdeki ve kırsal kesimdeki tüm sistemi altüst eden bu düzenlemeyle milyonlarca üretici ve kırsal nüfus büyük zarara, hak kayıplarına uğradı. Mahalleye dönüştürülen köylerin muhtarlıkları ve beldelerin belediyeleri lağvedildi.  

Alelacele yapılan bu düzenlemelerle, kentte yaşamanın gerektirdiği mali yükümlülükler köyler için de geçerli olduğu için tarımsal üretim olumsuz yönde etkilendi, köyde yaşamanın cazibesi yok edildi.  

Koy ve beldelere ait tüm ortak kullanım alanları, meralar, otlaklar taşınmazlar bağlandıkları belediyelerin mülkiyetine geçirilerek ya imara açıldı ya da verimli tarım arazileri rant uğruna belediyelerce satışa çıkartılarak iktidara yakın kişilere ve şirketlere satıldı. 

2020’de Büyükşehir Yasası tekrar değiştirilerek köy ve beldeden mahalleye dönüştürülen yerleşimler için bu kez ‘kırsal mahalle’ statüsü getirilerek bir dizi yeni imar ve rant hamlesi hayata geçirildi.  

Şimdi iktidar ve iktidar ittifakı ortaklarının açıklamalarından bu yönde bazı hazırlıklar yapıldığı, büyükşehir yasasında ve il kanununda gece yarısı değişiklikleriyle 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçlarını iktidar lehine etkileyebilecek, 2019’da kaybedilen büyükşehirleri geri alma amacına hizmet edecek düzenlemelerin planlandığı ve bazı senaryoların hayata geçirileceği anlaşılıyor.

Bunun yanında bazı illerin büyükşehir bazı ilçelerin il ilan edilerek yerel seçimlerde oy devşirmeyi amaçlayan siyasi tasarımların devreye sokulması iktidarın bugüne kadarki icraatları göz önünde tutulduğunda şaşırtıcı olmayacaktır.

İktidar önceki değişiklikte özellikle İzmir, Aydın, Antalya, Mersin, Adana, Denizli, Hatay, Bursa gibi büyükşehir statüsündeki illerin sınırlarına kırsal yerleşimleri dahil ederek, nüfus ve seçmen yapısını kendi lehine değiştirmeye, yeni rant alanları yaratmaya yönelmişti.  

Şimdi de bütçe müzakereleri sürerken aynı amaçlar doğrultusunda bazı düzenlemeler mini bir torba yasayla TBMM’ye getirilebilir. 

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) 31 Mart 2024 Yerel Seçim Takvimi’nin 1 Ocak 2024’te başlayacağını ilan etti. İktidarın yerel seçim sürecini lehine çevirme planlarına yasal kılıf için yaklaşık 1,5 ay süresi var.  

YSK’nın daha önce seçim yasası ve anayasaya rağmen iktidar temsilcilerinin başvuruları doğrultusunda, iktidar lehine verdiği kararlar anımsandığında böyle bir gece yarısı yasa değişikliğinin 2024 yerel seçiminde uygulanmasının YSK’da reddedilmesi ihtimalinin düşük olacağını öngörmek olanaklı. 

İktidar ve ittifak ortaklarının böyle bir girişimine karşı siyasi teyakkuzda olunması, yerel demokrasinin ve özgür seçmen iradesinin korunması açısından kaçınılmaz bir görev ve sorumluluktur. Yaklaşan yerel seçimler öncesinde; iktidarın kendi menfaatleri doğrultusunda hayata geçirmek isteyeceği hiçbir senaryoya, fırsat verilmemelidir.

 

Türkiye’nin borçlarını geri ödeme gücünü gösteren Uluslararası Kredi Risk Primi (CDS) uzun bir aradan sonra 350 puanın altına inerek 347’ye geriledi. Hazine ve Maliye Bakanı bu düşüşü ekonomi politikalarına güven olarak nitelendirse de gerçek farklı. İktidarın otokrat tavrı, CDS’nin normalleşmesini, Türkiye’ye pozitif bakışı engelliyor!

347 puana inen Uluslararası Kredi Risk Primindeki (CDS) bu gelişme, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından dış borç ve sıcak para girişlerinin başlayacağı şeklinde değerlendirildi. Ancak uzun süredir Türkiye ile aynı kategoride yer alan, ‘ekonomisi kırılgan’ olarak nitelendirilen Meksika, Güney Afrika, Brezilya gibi ülkelerin CDS’leri aynı dönemde Türkiye’nin yarısı düzeyine geriledi. Halen uluslararası finans-kredi-borçlanma piyasalarında Brezilya’nın CDS’si 166 puan, Meksika’nın 107 puan ve Güney Afrika’nınki 263 puandan işlem görüyor. Ekonomi yönetiminin ‘başarı ve güven göstergesi’ diye nitelendirdiği 347 puanlık CDS puanı, diğer kırılgan ülkelerin risk primlerinin 1,5-3 katı seviyesinde! Oysa 5 aydan bu yana faizler yükseltiliyor. Seçim öncesi yüzde 8 olan politika faizi ekimde yüzde 35’e yükseltildi, faiz artışının süreceği ilan edildi. Uluslararası finansörler bu faizi yetersiz bulduğu için Türkiye’ye kaynak girişinde somut gelişme olmadı. Küresel finansörler politika faizinin yüzde 40-45 seviyesine yükseleceğini öngörüyor. Bu faiz oranı bile yüzde 60’ı aşan enflasyon karşısında yetersiz bulunuyor.

İktidar faiz artışına ek olarak küresel sermayenin talepleri doğrultusunda yüklü vergi artışları ve zamlar yaptı. Memur, emekli milyonların maaş artışı enflasyonun altında tutuldu. IMF ile 6 yıl sonra ilk kez yeniden temas kurularak ekonomik konsültasyona izin verildi. 2024-2026 Orta Vadeli Program (OVP), 12. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2024 Bütçesi vb. tüm hedefler IMF’nin talep ve önerilerine göre hazırlandı. Körfez ülkeleri, Londra-New York-Frankfurt-Paris bankerleriyle özel temaslara rağmen umulan krediler henüz gelmedi.  

Küresel finansörlerin talebiyle Kur Korumalı Mevduatın (KKM) cazibesini azaltma adımları atılsa da KKM’den çözülen mevduatın do vize akması önlenemedi. 

Tüm dünyada ABD doları başta euro olmak üzere tüm paralara karşı değer yitirirken, sadece TL’ye karşı değer kazandı. Dolara karşı değer kaybı süren yegâne para TL oldu.

Bu tablo dururken CDS’nin 347 puana inmesini uluslararası başarı diye sunmak gerçekçi ve inandırıcı değ ildir. 

2021’de Ağbal-Elvan dönemi CDS puanı 300’ün altındaydı. 2018 öncesi 200 seviyesindeydi. Şimdi CDS’nin 3-5 yıl önceki seviyeye inmesine seviniliyorsa ülkeye yaşatılan bu yıkımın CB Erdoğan’ın kendisini ‘ekonomist’ ilan etmesinden kaynaklandığı açıkça ifade edilmelidir. Yerli-Yabancı yatırımcının birinci önceliği hukukun üstünlüğüdür.

Dışarıda dolar ve Uluslararası Kredi Risk Primi (CDS) puanı düşerken, içeride ha la  ekonomik tablo kötüye gidiyorsa bunun nedeni dış güçler değ il, ülkeyi yöneten iç güç konumundaki iktidarın sergilediği demokrasi ve hukuk dışı tutum, yasa ve anayasa tanımazlık, yasakçı-baskıcı-sansürcü yönetim tarzıdır!      

Ekim sonu itibarıyla 608 milyar TL’ye yükselen bütçe açığı, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yaklaşık yüzde 400 arttı. Ek bütçe ile getirilen ek vergiler sayesinde bütçe açığının daha da yükselmesi nispeten yavaşlatılırken, faize ödenen para yarım trilyon liranın üzerinde gerçekleşti!

Ekim 2023 rakamlarına göre; aylık bütçe açığı 95,5 milyar TL olurken, ocak-ekim dönemi 10 aylık bütçe açığı toplamı ise 608,1 milyar TL’ye yükseldi. 2023 bütçesinde yılsonu bütçe açığı hedefi 659,4 milyar TL idi. 27 Temmuz’da yürürlüğe giren ek bütçe ile bütçe harcamaları yüzde 25,05, bütçe gelirleri ek vergi ve zamlarla yüzde 29,38 artırıldı. Gelirlerde ve giderlerde 1,1 trilyon TL artış öngörülerek, ek bütçe bu tutarda bağlandığı için ek bütçede yılsonu açık tutarı 659,4 milyar TL olarak yasalaştırılmıştı. Ek bütçe ile Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’a verilen 2,2 trilyon TL tutarındaki ilave borçlanma yetkisinin hangi amaçla kullanılacağı açıklanmadı.  2023 bütçe yasası ve temmuzda yasalaşan ek bütçede yılsonu açık hedefi değişmediği halde, ekim sonunda 608 milyar TL’ye yükselen 10 aylık açık tutarıyla yılsonu hedefine şimdiden yaklaşıldı. Kasım ve aralık aylarındaki ortalama 90-120 milyar TL arasında öngörülen aylık açıklar eklendiğinde yılsonundaki bütçe açığının 654 milyar TL’yi aşacağı anlaşılıyor.

2024-2026 Orta Vadeli Programında (OVP) 2023 bütçesinin yılı 1 trilyon 633 milyar TL açıkla tamamlayacağı yer alıyor. İktidar 2023 bütçesi ve temmuzda yasalaştırdığı ek bütçedeki açık rakamının 2 katından fazla bir bütçe açığını OVP ile duyuruyor. 2023 bütçe yasasındaki açık hedefi ile OVP’deki 2023 bütçe açığı hedefi arasında yaklaşık yüzde 150 sapma söz konusu. TL bazında yılsonu bütçe açığında yaklaşık 1 trilyon TL ilave artış öngörülüyor. Bütçe açığındaki sapmadan kaynaklı ilave artış, 36 milyar dolara ulaşıyor.  Ekim sonu itibarıyla 608 milyar TL açıklanan 10 aylık açık, geçen yılın aynı dönemindeki 128,8 milyar liralık tutara göre yüzde 372 artmış. OVP’de ise buna ilave olarak yüzde 150 oranında bir açığın daha gerçekleşmesi ve yılsonu bütçe açığının 1,6 trilyon olması öngörülüyor. Bu tablo CB Erdoğan’a verilen, 2,2 trilyon TL’lik ek borçlanma yetkisiyle beraber mali disiplin ve bütçe disiplininin rafa kalktığını gösteriyor. Temmuzda KDV, ÖTV, MTV, Kurumlar Vergisi ve Harçlardaki yüksek oranlı artışın bütçe gelirlerinde yarattığı yükselişe rağmen OVP’de yılsonu açığının rekor kıracağının öngörülmesi, milletten toplanan vergilerin keyfi harcandığının işareti. Ocak-ekim döneminde ortalama yüzde 85 artan vergi gelirlerinde sadece ekimde geçen yılın aynı ayına göre yüzde 122 artış sağlandı. KDV-ÖTV gibi dolaylı vergilerin, tüketimden alınan vergilerin bu artıştaki payı yüzde 90’a ulaşıyor. Kamu mal ve hizmet alımı harcamaları yüzde 80’in üzerinde artmış.  

Bütçenin gelir yükü ek vergiler ve zamlarla vatandaşa yüklenirken, iktidar bu paraları şeffaf olmayan şekilde harcıyor. Ocak-ekim do neminde bütçe harcamalarının yüzde 16’sı 537,7 milyar TL ile faiz o demelerine gitti. Geçen yılın aynı do nemine göre bütçeden faize yapılan o demelerdeki artış yüzde 94 oldu. Faize yapılan bu ödeme tutarı ve faize o denen bütçe kaynağındaki artış oranı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz karşıtı söylemlerinin bir aldatmacadan ibaret olduğunu gösteriyor!

Konut Satış İstatistiklerinin 2023 Ekim verileri, on yıldan bu yana en kötü performansı sergiledi. Barınma krizi zirveye tırmanırken, Türkiye genelinde konut satışları hızla geriliyor. Konut kredisiyle ev sahibi olmak faiz artışlarıyla olanaksız hale geldi. Ekimde ülke genelinde ipotekli konut satışı, sadece 5.577 adet oldu!

Türkiye’de barınma krizinin ulaştığı boyut kiracı-ev sahibi anlaşmazlıkları, enflasyon ve yüksek kira artışı talepleriyle cinayetlere kadar varıyor. İktidarın konutlarda kira artışını yüzde 25 ile sınırlaması soruna çözüm getirmediği gibi işyerleri için TÜİK’e endeksli yüzde 60’a varan kira artışı oranı binlerce işyerinin kapanmasını beraberinde getiriyor. AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de kendi evine sahip olanların oranı yüzde 72 iken şu anda bu oran yüzde 56’ya kadar indi. Eurostat ve OECD verileriyle Avrupa ülkeleri içinde konut sahibi oranıyla Türkiye sonlarda. Kiracı sayısı artarken kendi konutu olanların hızla gerilemesinin ardında iktidarın 21 yıldır uyguladığı rant odaklı konut ve inşaat politikaları yatıyor. Anayasadaki sosyal devlet ilkesi göz ardı edilerek, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ve Emlak Konut, iktidar müteahhitlerinin rant ortağı ya da taşeronu haline getirildi!

21 yılda TOKİ’nin 1 milyon 117 bin konut üretmesiyle övünen Cumhurbaşkanının söylemi, yılda 1,5 milyon konut ihtiyacı olan Türkiye’de iktidarın ağır ihmalini sergiliyor. TOKİ, 21 yılda dar gelirliler için yılda ortalama 53 bin 190 konut üretmiş. İstanbul’da 500-600 bin konut, deprem bölgesinde 3 milyon konut, unutulan İlk Evim İlk İşyerim kampanyasıyla da 500 bin konut vaat ediliyor. Bunun için ‘Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi’ yasasıyla yeni bir rant planı devreye alındı. Deprem riskinden daha çok ‘rezerv alan ilanına’ odaklanan iktidar, mevcut tapulu yerleşimlerin, konut sahiplerinin evlerini elinden alıp bir avuç rant zenginini ve iktidar müteahhitlerini servete boğmayı amaçlıyor.

Ekimde ülke genelinde konut satışları geçen yılın aynı ayına göre yüzde 8,7 azalarak toplam 93 bin 761 oldu. Ocak-ekim döneminde geçen yıla kıyasla konut satışında yüzde 14,3 düşüş yaşandı. Yabancıya konut satışı gerek enflasyon gerekse inşaat maliyet artışlarıyla krizdeki konut sektörünü kısmen ayakta tutuyordu. Ekim rakamları yabancıya konut satışının sert şekilde yüzde 52,9 düştüğünü sadece 2535 konut satıldığını gösteriyor.

Asıl vahim olan evsiz dar gelirli-ücretlilerin banka kredisiyle ev sahibi olmasının imkansız hale gelmesi. 

Konut fiyatları yüzde 89-100 arasında artarken, faiz artışı politikasıyla mayıstaki seçim döneminde yüzde 17 olan bankaların ortalama konut kredisi faizi, beş ayda hızla artarak ekimde yüzde 41,5’a yükseldi.  

Kaldı ki bankalar konut bedelinin cüzi bir bolümü  için yüksek faizli kredi veriyor. 

Alıcı, konut bedelinin üçte ikisinden fazlasını peşin o demek zorunda. 

Bu tablo; dar gelirli ücretliler, evsiz emekliler, asgari ücretliler için ev sahibi olmanın, krediyle konut satın almanın hayal bile edilemeyeceğini, iktidarın rant odaklı inşaat konut politikalarıyla ‘evsizler ordusunun’ hızla büyüyeceğini işaret ediyor!

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın hayvancılığı ayağa kaldırmak için bazı plan ve programları gündeme alması, giderek yok olmaya sürüklenen ülke tarım ve hayvancılığı adına yanlıştan dönme yolunda atılan, önemli bir adımdır. Olumlu sonuçlara zemin yaratabilir.

Son dönemde kritik bir aşamaya gelen et, süt fiyatlarındaki artış, gıdaya erişimin zorlaşması, ithalata bağımlılığın stratejik açıdan risklerinin ortaya çıkması sürekli dile getirilmesine karşılık iktidarın sergilediği duyarsız yaklaşımda bir değişimin söz konusu olduğu anlaşılıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ülke hayvancılığını ayağa kaldırmak, yakın-orta ve uzun vadede büyük ve küçükbaş hayvan nüfusunu, et-süt üretimini artırmak, hayvancılığı desteklemek amacıyla bir dizi program üzerinde çalıştığının ve bunların bazılarının tamamlanma aşamasına geldiğinin duyurulması ülke besiciliği adına sevindirici bir gelişmedir.

Bu yılın eylül sonuna kadar 799 bin sığır ithal edilmesi, bitkisel, hububat ve hayvansal gıda ürünleriyle birlikte, ithalata giden tutarın 17 milyar dolara ulaşması, bir donem bölgenin en o nemli canlı hayvan ve et-süt ürünleri ihracatçısı olan Türkiye açısından kabul edilemez bir dürümdü. 

Büyük ve küçükbaş hayvancılıkla uğraşanlar için farklı şekilde yürütülen hazırlık çalışmalarında hayvancılık yatırımları, besicilikte kullanılan alet, makine ve ekipmanlar, hayvancılığa dönük inşaat ve altyapı yatırımları, damızlık alımı, sağlıklı ve modern ahır inşaatları, büyükbaş hayvancılık işletmelerinin kurulması, et ve süt üretiminde kalite ve verimliliğin artırılması vb. programlar bu destek çalışmalarının kapsamı içerisinde yer alacak. Yapılan hazırlıklarda damızlık düve ihtiyacının yurtiçinden sağlanmasının desteklenmesi, ithalatın geri plana itilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Bu kapsamda ‘Damızlık Düve Yetiştiriciliğinin Desteklenmesi’ planının uygulama aşamasına geldiği, ilk etapta damızlık düve yetiştiriciliği yapan büyükbaş hayvan işletmelerinin yatırımlarının ucuz finansman ve hibeler yoluyla destekleneceği anlaşılıyor. Büyükbaş hayvan yetiştiriciliği işletmelerinin kurulmasına dönük yatırımların yanı sıra damızlık ve besilik et ve süt hayvanları alımı, ucuz yem temini, makine ekipman alımı için yapılacak yatırımlara yatırım tutarının yüzde 50’sine kadar karşılıksız hibe desteği verilmesi akılcı ve önemli bir adımdır.

Altı ilde küçükbaş hayvan yetiştiricilerine yönelik pilot uygulaması süren ‘Damızlık KoçTeke Yatırımlarının Desteklenmesi’ planı da büyük ve küçükbaş hayvan varlığının artırılıp geliştirilmesi için önemlidir. Verilecek hibe desteği sürdürülebilirliğe olumlu katkı sağlayacaktır.  

İktidarın bu plan ve programlara sağlayacağı hibe ve üçüz finansman imkanını siyasi tercihlerle kullanmaması zorunludur. Tarım ve hayvancılığa ayrılan bütçe olanaklarının, destekleme tutarlarının artırılması, ithalata o denen milyar dolarların yerli üretici ve besiciye aktarılması, orta ve uzun vadeli planlama yapılması uyarılarımızın bir ölçüde karşılık bulması, iktidarın topyekûn retçi yaklaşımından sağduyuya geçişi, tüm ülkenin yararına olacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya ziyareti NATO ve AB ile Türkiye arasındaki mesafenin hızla büyüdüğünü, Almanya’nın mülteci akınının önlenmesi ve iltica talebi reddedilenlerin iadesi dışında Türkiye ile iş birliğini geri plana attığını gösterdi. Türkiye’nin ABD’den F-16 alımı, İsrail ve Hamas yaklaşımı nedeniyle sıkıntıya girdi!

İsrail-Hamas arasındaki Gazze savaşında desteğini açıkça Hamas’tan yana koyan Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın söylemleri hem ABD, AB ve NATO ile hem de Arap ülkeleri ile Türkiye arasında mesafeyi açtı. CB Erdoğan, garantörlük de dahil Türkiye’nin üzerine düşen her şeyi yapmaya hazır olduğunu ilan etmesine karşılık Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Ürdün gibi önde gelen Arap ülkeleri istekli bir tutum göstermedi. İnsani boyut dışında iktidarın Hamas yaklaşımı İran ile örtüşmeye doğru ilerliyor. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın bile Hamas için Cumhurbaşkanına benzer bir yaklaşım göstermediği dikkate alındığında Türkiye’nin İran, Yemen, Suriye, Lübnan gibi ülkelerle aynı safta görülmesi, yalnızlaşması kaçınılmaz görünüyor.

CB Erdoğan Almanya ziyaretinde de Hamas ve Gazze için nispeten ılımlı ancak Hamas’ı sahiplenen söylemini sürdürdü. Türkiye’nin Holokost konusunda sırtında yük ve İsrail’e bir borcu olmadığını vurguladı. Batılı ülkeleri Holokost nedeniyle İsrail’e mahcubiyetten ötürü ‘taraflı olmakla’ itham etti. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Almanya’nın İsrail’e desteğinin tarihi sorumlulukları olduğunu, geri adım atmayacaklarını vurguladı. İsrail’in kendisini savunma hakkının meşru olduğunu öne sürdü. Gazze ve Filistinlilere en çok yardım ve destek sağlayan ülkelerin başında Almanya’nın geldiğini ifade eden Scholz, Hamas’ı terör örgütü, 7 Ekim saldırısını da terör saldırısı olarak niteledi. Cumhurbaşkanının Hamas ve Gazze söylemleri nedeniyle Almanya ziyaretinin iptali için koalisyon ortakları, Alman muhalefeti ve medyanın ağır şekilde eleştirdiği Başbakan Scholz’un ziyareti iptal etmemesi parlamento ve kamuoyunda sert tepkilere neden oldu.

Cumhurbaşkanının Riyad dönüşü yaptığı açıklamalardan, İsveç’in NATO üyeliğini onay için TBMM’ye gönderdikten sonra, ABD’nin Türkiye’ye tavrında yumuşama ve F-16 satışına onay beklediği anlaşılıyor. Uçaktaki; ‘ABD Başkanı Biden bizi bundan sonra herhalde ağırlar’ sözleri bu beklentinin ifadesi. Ancak CB Erdoğan’ın İsrail ve Hamas yaklaşımı nedeniyle Biden yönetimi tutumunu daha da sertleştirdi.  

F-16 satışına Kongre onayı olanaksız hale geldi. 

İktidarın buna karşı İsveç protokolü nü n onay sürecini yavaşlatacağı anlaşılıyor. 

Rusya’dan S-400 alımı nedeniyle F-35 projesinden dışlanan Türkiye’nin F-16 alımı da zora girince, iktidar Avrupa’dan 40 adet Eürofiğhter savaş uçağı almaya yöneldi. İngiltere-İspanya-Almanya ortak yapımı uçakların satışına İngiltere ve İspanya olumlu yaklaşıyor. Almanya’da ise Türkiye’ye satış yapılmaması için büyük baskı altındaki Scholz hükümetinin onay vermesi zor görünüyor. Gazze sorununda iktidarın izlediği politikayla, İsrail ile donan normalleşme, Arap ülkeleriyle de tersine dönebilir. Ayrıca ABD-AB-NATO ile sıkıntılar artabilir.

Suudi Arabistan’da düzenlenen İslam Ülkeleri İş Birliği Teşkilatı toplantısı sonuç bildirisinde; Arap ülkelerinin eyleme geçme konusunda ayak sürümeleri, Filistinlilerin yalnızlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye ve Azerbaycan’ın karşı çıkmasıyla ‘İsrail’e ekonomik ambargo ve yaptırım önerisi’ bildiride yer almadı!

Arap ülkelerinin birbirleriyle ve kendi içlerinde yaşadıkları sorunlara mesafeli durulması, taraf olunmaması yönündeki ulusal dış politika ilkesinin doğruluğu Riyad’da düzenlenen İslam Ülkeleri İş Birliği Teşkilatı (İİT) toplantısında bir kez daha teyit edildi. Körfez’in petrol-doğalgaz zengini Arap emirlikleri (Katar, BAE, Kuveyt, Bahreyn, Umman) ile Suudi Arabistan ve Ürdün Krallıkları, Arap dünyasının en büyük ve güçlü siyasi lider ülkesi Mısır, ortak askeri güç, Gazze’ye siyasi-askeri destek vb. konularda adım atmakta ayak direyince İİT sonuç bildirisi temennilerden ibaret bir metne dönüştü! 

Toplantıda İsrail’e karşı en sert ve Hamas’a yönelik olarak en büyük destek konuşmasını Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan yaptı. Arap liderlerin hiçbirisi Hamas’ın adını anmadığı gibi toplantının sonuç bildirisinde Türkiye’nin ısrarına rağmen Hamas’a destek yönünde tek kelimeye yer verilmedi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından daha önce gündeme getirilen garantörlük önerisini Riyad toplantısında yineleyen CB Erdoğan’ın tüm dünyayı İsrail’in nükleer gücünün denetim kontrolüne çağırması önemli mesajlardan birisiydi. İran’ın nükleer faaliyetlerine yıllardır ambargo ve yaptırım uygulayan, İran’ı nükleer tehdit olarak nitelendiren ABD ve AB’nin İsrail’in nükleer silahlarına sessizliği tam bir çifte standart. İsrail ve Batılı ülkeler bugüne kadar İsrail’in nükleer silahlara sahip olmadığını savundular. Ancak Netanyahu hükümetinin aşırı sağcı Bakanı Amihai Eliyahu Gazze’ye nükleer bomba atmalarının seçeneklerden birisi olduğunu söyleyince, İsrail’in nükleer kapasitesi bir Bakan tarafından dünyaya ilan edildi. Netanyahu, bakanı kabineden uzaklaştırdı. Arap ülkelerinin liderleri buna karşı da suskun kalmayı tercih ettiler. CB Erdoğan, Arap liderlerin karşı çıkması nedeniyle ‘Hamas terör örgütü değildir’ ifadesinin ve Hamas’a destek beyanının İİT bildirisinde yer almasını sağlayamadı. Bildirinin 27. Maddesinde ‘Filistin halkının meşru temsilcisinin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) olduğu’ vurgulanarak Hamas’ın adı anılmaksızın Filistinli tüm örgüt ve silahlı güçlere FKÖ çatısı altında yer alma çağrısı yapıldı. Hamas’a destek veren Cumhurbaşkanı Erdoğan da bildiriyi imzaladı. 27. Maddeyle İsrail’in Gazze’yi Hamas’tan temizleme planının Arap liderler arasında da gizli kabul gördüğü söylenebilir. Bildirinin en somut maddesi İsrail saldırılarının meşru müdafaa sayılamayacağı, savaş suçu kapsamına girdiği ve İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanması için İİT’nin ortak mekanizma kurma kararı. Ayrıca tüm dünya ülkelerine İsrail’e silah ve mühimmat satışını durdurma çağrısı yapıldı.  

İçeride İsrail ve Netanyahü’ya en sert söylemde bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarda tam tersine İsrail ile ticari ve ekonomik bağları kopartmaktan kaçındığı anlaşılıyor. Türkiye’nin ‘Hamas’ın hamisi’ rolünü benimsemesi ulusal çıkarlarımıza zarar verebilir. Ulusal-bölgesel-küresel çıkarlarımız için daha soğukkanlı bir diplomasi izlenmesi hayati önemdedir.    

Etiketler
  YORUMLAR 0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  DİĞER SİYASET Haberleri
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ
Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI