CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/ 14 Nisan 2024

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak Her hafta yayımladığı 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nu yayımladı. Türkiye ve Dünya Gündemi olarak yayımladığı raporu Sıcak gündem, Ekonomi, Tarım, İç politika, Dış politika başlıklarıyla kamuoyu ile paylaştı.
 Tarih: 14-04-2024 12:17:31
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'tan Haftalık Değerlendirme Raporu/ 14 Nisan 2024

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'ın 14 Nisan 2024 tarihli raporu şöyle:

ERDOĞAN TOPRAK HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU

TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ

14 NİSAN 2024

SICAK GÜNDEM

  1. İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’deki katliamları sürerken bu ülkeyle ihracatın durdurulması çağrılarına kulak tıkayan iktidar, kamuoyunda yükselen tepkiler karşısında ihracat kısıtlamasına gitmek zorunda kaldı.
  2. 31 Mart yerel seçimlerinde gerek büyükşehir ve il-ilçe belediye başkanlıkları gerekse belediye meclislerinde ortaya çıkan sonuçlar, tek adam yönetiminden memnuniyetsizliği tüm açıklığıyla gözler önüne serdi. CHP’yi yerel iktidara taşıdı.

İÇ POLİTİKA

  1. Merkez Bankası (MB) üzerindeki siyaset gölgesi mart ayında yapılması gereken genel kurulun nisan sonuna alınmasıyla bir kez daha açığa çıktı. İktidar, MB bağımsızlığını yok ediyor!
  2. 31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinin en önemli sonuçlarından birisi iktidarın siyasi ve psikolojik üstünlüğünü yitirmesi, bu üstünlüğün muhalefete geçmiş olmasıdır.

EKONOMİ

  1. Merkez Bankası’nın yasa gereği hükümete gönderdiği Açık Mektup’ta yılın ikinci yarısı için asgari ücrete zam yapılmamasını istemesi, enflasyonun sorumluğunu ücretlilerin ve çalışanların üzerine yıkmaktır.
  2. Türkiye’nin dış borç stoku 2023 sonu itibarıyla 500 milyar dolara ulaştı. 2002’de 131 milyar dolarlık dış borç stoku, bu iktidar döneminde yaklaşık beş kat arttı!
  3. Dünya Bankası Grubu (World Bank Group) bünyesindeki üç ayrı kuruluş tarafından sağlanan 18 milyar dolarlık ülke kredisi, yatırım projelerine dış finansman açısından önemli ve olumlu bir gelişmedir.

TARIM

  1. Dünyada ve OECD’de gıda enflasyonu gerilerken ülkemizde artmaya devam ediyor. Sağlıklı beslenme ve gıdaya erişim zorlaşıyor! Türkiye, iktidarın tarım-hayvancılık politikalarıyla gıda enflasyonu şampiyonluğuna ilerliyor!

DIŞ POLİTİKA

  1. 17-18 Nisan’da yapılacak AB Liderler Zirvesi öncesinde Türkiye ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlatılması, iş birliğinin canlandırılarak hızlandırılması yaklaşımı öne çıkıyor.
  2. Rusya Devlet Başkanı Putin’in geçen yıldan bu yana defalarca ertelenen Türkiye ziyareti tekrar belirsizliğe büründü. Türkiye-Rusya ilişkilerinde gerilim tırmanıyor!

Aylardır İsrail’e ihracatın durdurulması çağrılarına karşı ‘İsrail limanları üzerinden Filistin’e mal gönderildiğini’ savunan iktidar, bu durumda Filistin’e de ihracatı durdurup durdurmadığını açıklamalıdır!

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’deki katliamları sürerken bu ülkeyle ticaretin durdurulması, stratejik malların ihracına izin verilmemesi çağrılarına kulak tıkayan iktidar, kamuoyunda yükselen tepkiler karşısında nihayet 6 ay sonra 54 mal kalemi için ihracat kısıtlamasına gitmek zorunda kaldı. Ticaret Bakanlığı’nın yayınladığı listeyle aralarında demir-çelik mamulleri, çimento, yassı çelik, inşaat malzemeleri, uçak ve jet yakıtının da yer aldığı 54 türdeki malın İsrail’e ihracına kısıtlama getirildi.  

Kamuoyu önünde İsrail’e en ağır söylemlerde bulunan, İsrail Başbakanının ‘Nazilerden farksız’ olduğunu söyleyen, Filistinlilere soykırım yapıldığını dile getiren iktidar, aynı zamanda Filistin davasını en fazla sahiplenip savunanın kendileri olduğu iddiasındaydı. Oysa aylardır süren saldırılar ve katliamlarda İsrail ordusunun kullandığı pek çok malzemenin Türkiye’den gittiği, bizzat Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) resmi dış ticaret verilerinde yer aldı.

Ticaret Bakanı, İsrail’e ihracatın azaldığını, Türkiye’den İsrail limanlarına mal taşıyan gemi sayısının düştüğünü söylerken, resmi veriler tam tersini gösteriyordu. İktidarın İsrail ile ticaretin kısıtlanması, mal satışlarının durdurulması çağrılarına verdiği yanıtlardan birisi de ‘Filistin’in limanı olmadığı için Gazze ve Filistin’e yönelik mal ihracının İsrail limanlarından yapıldığı’ iddiasıydı. Şayet ‘İsrail’e giden mallar aslında İsrail limanları üzerinden Filistin’e gönderiliyor’ savunması gerçek ve doğru ise şimdi Ticaret Bakanlığı’nın aldığı karardan Filistin de mi etkilenecek? İktidar inandırıcı olmak istiyorsa, bu kararın Filistin’i de kapsayıp kapsamayacağını, Filistin’e yönelik ihracat ve mal gönderimlerinin nasıl ve hangi yollarla gerçekleştirildiğini kamuoyuna açıklamak zorunda.  

Türkiye bugüne kadar, haklı olduğu pek çok konuda, ulusal çıkarlarını korumak adına aldığı kararlar, attığı adımlardan dolayı defalarca farklı ülkelerin ambargolarına, yaptırımlarına maruz kaldı. Rusya’dan alınan S-400 Hava Savunma Sistemi nedeniyle 2019’dan bu yana ABD’nin CAATSA yaptırımları yanında, Rusya-Ukrayna savaşından ötürü Rusya’ya yönelik yaptırımlardan da ticari ve ekonomik olarak dolaylı şekilde etkileniyor. Doğu Akdeniz ve Ege’de karasularındaki egemenliği için AB yaptırımlarına uğradı. Tüm bu gerçekler ortada iken iktidarın İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü katliama karşı ticari ilişkileri askıya alma, stratejik mal ihracına kısıtlama getirme ve yaptırım konusundaki çağrılara kulak tıkaması, Türkiye’nin tarihi ve insani misyonuyla bağdaşması mümkün olmayan bir tutumdu.  

İktidarın 6 ay gecikmeli de olsa İsrail’e yapılan ihracata sınırlı şekilde kısıtlama getirerek bu yanlıştan donmesi Filistin halkıyla dayanışma adına olumlu bir adımdır. Turkiye’nin insani tavrını tum dunyaya sergileyen, saygınlıgına katkı saglayacak bu yaklaşımın daha ileri duzeye taşınması, kısıtlama kapsamının genişletilmesi kamuoyunun beklentisidir. 

31 Mart seçimleri, Türkiye nüfusunun yüzde 62’sini oluşturan, milli gelirin yüzde 73’ünü üreten bir alanda CHP’yi yerel iktidara taşırken, seçmen aynı zamanda demokratik parlamenter rejim talebini ve özlemini içeren bir mesajı somut şekilde dile getirdi. Oluşan siyasi tablo, TBMM Başkanının yeni anayasa için başlatacağı girişimin hangi toplumsal talepleri karşılaması gerektiğini gösterdi.

31 Mart yerel seçimlerinde gerek büyükşehir ve il-ilçe belediye başkanlıkları gerekse belediye meclislerinde ortaya çıkan sonuçlar, iktidar ittifakının siyasi zihniyeti ve yaklaşımlarından, uyguladığı ekonomi politikalarından ve toplumu kamplaştırıcıkutuplaştırıcı söylemlerinden duyulan rahatsızlığı, tek adam yönetiminden memnuniyetsizliği tüm açıklığıyla gözler önüne serdi.

  • İktidar ittifakının hamaset üzerine kurguladığı, beton ve inşaat vaatleriyle vurguladıg ı kampanyasının seçmende bir karşılık bulmadıg ı ortaya çıktı.
  • Seçmen, kitleleri yoksullaştıran ekonomik uygulamaları ve tek kişiye biat eden aday profilini reddetti.
  • Seçmen; iktidarın ‘oy vermezseniz hizmet yok’ tehdit ve şantajlarına boyun eg meyeceg ini, daha ileri demokrasi, daha fazla o zgu rlu k o zleminden, hak ve adalet talebinden vazgeçmeyeceg ini go sterdi.

TÜİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verileriyle Türkiye nüfusu 2023 sonu itibarıyla 85 milyon 327 bin kişi. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) resmi kayıtlarına göre ise seçmen sayısı 61 milyon. 31 Mart seçim sonuçlarının sergilediği kesin sonuçlara göre;  

  • CHP’li başkan ve belediye meclislerinin yo neteceg i 35 bu yu kşehir ve il belediyelerinde yaşayan nu fus 52 milyon 900 bin kişi. Tu rkiye nu fusunun yu zde 61,9’u.
  • İ ktidar ittifakının kazandıg ı belediyelerdeki nu fus ise 19 milyon 243 bin kişi ve u lke nu fusunun yu zde 22’si.

Bu tablonun yanı sıra Türkiye, Milli Gelirinin (GSYH) yüzde 73’ünü üreten yerleşimleri kapsayan bir coğrafya beş yıl boyunca CHP’nin yerel iktidarı tarafından yönetilecek.  

  • Bir anlamda Turkiye ihracatının ve sanayi uretiminin yuzde 80’ini saglayan, ulke ekonomisinin ana omurgasını oluşturan bu cografyada seçmenin goreve getirdigi yerel CHP iktidarı dolaylı yoldan ulke ekonomisinin dumenine geçmiş durumda.

Seçim sürecinde bizzat Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan tarafından meydanlarda 17 bakan, vali ve kaymakamlar eşliğinde seçmene yöneltilen ‘merkezi iktidar ile yerel iktidar farklı olursa oraya hizmet gelmez’ şantajına boyun eğmeyen seçmen, ‘Tek Adam’ yönetimini onaylamadığını, ‘parlamenter demokrasiden, çoğulculuktan ve çok seslilikten yana olduğunu’ belediye meclislerindeki oy tercihleriyle apaçık gösterdi.  

Ülke nüfusunun üçte ikisi, iktidar belediyelerince yasaklanan gençlik festivalleri, konserler, kültür ve sanat etkinlikleriyle toplumsal yaşama yönelik baskıcı, kısıtlayıcı, yasaklayıcı müdahaleleri kabul etmediğini, bu siyasi zihniyete karşı çıktığını, özgürce yaşam alanlarına ve haklarına sahip çıktığını sandıklara yansıttı.

Avrupa ve dünyanın farklı bölgelerinde son dönemde yükselen popülist ayrımcı yönetimler, otokrat liderler, kamplaşma ve karşıtlıklardan beslenen siyasi oluşumların yarattığı siyasi dalgaya karşılık Türkiye seçmeni, ayrışma-kamplaşma-kavga-hamaset istemediğini, tek adam boyunduruğuna biat etmeyeceğini, barış ve kardeşlik içinde özgürce bir arada yaşamdan yana olduğunu dünyaya gösterdi.

31 Mart 2024 seçim sonuçları; iktidar ve muhalefetiyle tüm siyasete oldukça ciddi ve anlamlı mesajlar vermektedir. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un yeni anayasa hazırlıkları için tüm siyasi partileri ziyaret ederek mecliste uzlaşı arayışı başlatacağını ifade ettiği girişim açısından da seçmenin tercihleri önemli sinyaller içeriyor.  

Bu siyasi tablo, olası yeni anayasa çalışmalarında esas alınması gereken ilke ve hedeflerin parlamenter o zgu rlu kçu  demokratik yo netim modeli çerçevesinde daha fazla demokrasi, hukuk, adalet, refah ve birlikte insanca yaşam üzerine temellendirilmesi talebinin vazgeçilmezliğini ilan ediyor.

31 MART 2024 BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİMİ TÜRKİYE GENELİ OY ORANI (%)

https://yenisoluk.com/uploads/2024/04/Ekran görüntüsü 2024-04-14 120636

Merkez Bankası (MB) üzerindeki siyaset gölgesi mart ayında yapılması gereken genel kurulun nisan sonuna alınmasıyla bir kez daha açığa çıktı. Yeni yönetim sisteminde son 3-4 yıldır MB genel kurullarını ‘olağanüstü’ toplayıp erkene alarak banka kârını hızla bütçeye aktaran iktidar, MB bağımsızlığını yok ediyor!

Son birkaç yıldan bu yana bütçe açıklarının daha yılın ilk ayında ortaya çıkmasını engelleyerek, rakamsal makyaj için Merkez Bankası (MB) genel kurullarını ‘olağanüstü’ toplayıp öne çekme yöntemiyle banka kârı ocak ya da şubat ayında bütçeye aktarılıp, açıklar gizleniyordu. Ancak faiz indirimi politikasıyla son iki yıldır uygulamaya konulan Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarına ilişkin faiz ve kur farkı ödemelerinin hazine ve MB üzerinde yarattığı ağır parasal yük olağanüstü genel planıyla bütçeye kâr aktarma planlarını boşa çıkarttı.

Yerel seçimlerde 2024’ü ‘Emekliler Yılı’ ilan edip, emekliye verdiği sözleri ‘bütçede kaynak yok’ gerekçesiyle tutmayan iktidar, iki ayda 300 milyar TL’yi aşan bütçe açığına MB kârıyla çözüm bulamayacağını anlayınca mart ayında yapılması gereken MB genel kurulunu 30 Nisan’a erteledi. Alelacele yapılan tüm bu işlemler, olağanüstü genel kurul toplantısında alınan kararlar ve ertelenen olağan genel kurula yönelik ana sözleşme değişiklikleri Ticaret Sicili gazetesinde yayınlanarak yürürlüğe girdi.

İktidarın, MB ve Ekonomi Yönetiminin panik halinde hayata geçirdiği tüm düzenlemelerin tek gerekçesi şayet MB Genel Kurulu 31 Mart yerel seçimleri esnasında yapılmış olsaydı açıklanacak bilançodaki yüz milyarlarca liralık zarardan dolayı yaşanabilecek olası oy kaybının önüne geçmekti. Geçen yılın temmuz ayına kadar Türk lirasından KKM’ye geçen hesapların faiz ve kur farkı ödemeleri hazine tarafından yapılırken, dövizden KKM’ye geçen mevduatların faiz ve kur farkı ödemeleri ise MB tarafından yapılıyordu. Temmuz ayında ek bütçenin TBMM’den geçirilmesi ardından yapılan değişiklikle KKM hesaplarının tamamına ait faiz ve kur farkı ödemelerinin MB tarafından yapılması kararlaştırıldı. Hazinenin yaptığı ödemeler her ayın 15’inde açıklanan bütçe gerçekleşmelerine ilişkin verilerde göründüğü için bir avuç hesap sahibine yapılan yüzlerce milyar liralık vergisiz kazançların kamuoyunda yarattığı tepkileri hafifletmek için ödemeler MB bilançosuna aktarılarak gizlenmesi yoluna gidildi. Geçen yılın ağustos ayından bu yana yaklaşık 3 trilyon liralık KKM hesaplarına ödenen faiz ve kur farkının tutarı bilinmiyor. Kamuoyu 30 Nisan’a ertelenen MB genel kuruluna sunulacak 2023 bilançosunda bu ödemelerin tutarının ulaştığı boyutu ilk kez öğrenecek. MB’nin KKM ödemelerinin toplamının şu ana kadar en az 700-800 milyar TL’yi bulması söz konusu.  

Merkez Bankası, 30 Nisan’daki Genel Kurula sunacag ı bilançoda Kur Korumalı Mevduat (KKM) o demelerinden o tu ru  yıllar sonra ilk kez çok yu ksek tutarda zarar açıklayacak. Bu tçeye ka r aktaramayacak. İ ktidar marttaki genel kurulu erteleme planıyla seçim su recinde ‘emekli yılında emekliye para yok’ derken, bir avuç KKM’ci döviz-faiz zenginine aktardığı yüz milyarların öğrenilmesini, 16 milyon emekliye samimiyetsizliğini gizledi!

31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinin en önemli sonuçlarından birisi iktidarın siyasi ve psikolojik üstünlüğünü yitirmesi, bu üstünlüğün muhalefete geçmiş olmasıdır. Muhalefetin ittifaksız girdiği seçimde ciddi oy artışına karşılık, iktidar ittifakının oy kaybı, önümüzdeki süreçte bu tabloyu kalıcı kılacak yeni bir muhalefet stratejisinin oluşturulmasına hayati önem kazandırmaktadır.

Yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuçların ve oy dağılımının gösterdiği somut sonuç; Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın Cumhur İttifakı ortağı MHP’ye tamamıyla mahkum konuma gelmiş olmasıdır. MHP’yi yanında tutamadığı takdirde hızla ‘şahıs partisine’ dönüşen AKP’nin siyaset sahnesinde mevcudiyetini sürdürmesi güçleşecektir. AKP’yi ‘Erdoğan Partisine’ dönüştüren Cumhurbaşkanı, parti vitrininde kendisi dışında kimsenin ön plana çıkmasına izin vermediği için kendi söylemiyle ‘düşük profilli’ adayları sahaya sürmeyi tercih etti. Buradaki stratejisi, kendisini ‘seçim kaybetmeyen, girdiği her seçimi kazanan lider’ olarak tanımlamanın verdiği öz güvenle, meydanlarda adaylardan daha fazla kendisini ön plana çıkartıp oy toplamaya yönelikti. 31 Mart akşamında; AKP, Erdoğan ve seçim kaybetmeyen lider efsanesi yıkılmıştır. 1 Nisan’dan itibaren siyasi ve psikolojik üstünlük muhalefete geçmiştir.  

İstanbul’da yüzde 50’yi aşan, Ankara’da yüzde 60’la iktidar ittifakının iki misli oy oranına ulaşan siyasi görünüm ve Türkiye haritasını kırmızıya boyayan sandık sonuçları, kitlesel seçmen dönüşümünün ve CHP’nin hızla tüm toplumda karşılığı olan kitle partisine evrilmesinin somut göstergesidir. Bu kitleselliği daha ileri boyutlara taşımak mümkündür.  

1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi’nin başta İstanbul ve Ankara’da elde ettiği sonucun özellikle sol-sosyal demokrat partilerin bölünmüşlüğüyle aradan sıyrılıp yüzde 25-27 oyla seçimi kazanmak olduğu göz önünde tutulduğunda, 31 Mart seçimlerinde ittifaksız olarak yüzde 50-60’lara varan oy oranlarıyla elde edilen başarı, toplumdaki değişim-dönüşüm özleminin dışa vurumudur. Yıllarca mağduriyet söylemi, inanç istismarı ve vesayeti bitirme iddiasıyla siyaset yapan AKP ve Erdoğan, gelinen noktada mağrurluk ve vesayet odağı konumuna gelmenin ötesinde, toplumda etnik kimlik ve inanç ayrıştırmasını siyasi tavrının omurgası haline getirmiş durumdadır. Bu tabloda seçmen nezdinde siyasi rollerin ve konumların değiştiğini, halkı kucaklayan, halkla bütünleşmeyi başaran CHP’nin toplumun her kesimiyle siyasi ve vicdani ittifakı hayata geçirdiğini söylemek olanaklıdır.     2019 yerel seçimlerine kıyasla 2024 seçiminde 4 milyondan fazla yeni seçmenin olduğu dikkate alındığında bu yeni seçmenlerin büyük bölümünün oy tercihini CHP’den yana kullandığı, bir bölümünün de Milli Görüş gömleğini çıkartan AKP yerine aynı kökenden gelen Yeniden Refah Partisi’ne yöneldiği anlaşılıyor.  

Seçmenin oy tercihinde ciddi bir deg işim yaşandıg ı, bu deg işimin kısmen AKP seçmenini de kapsadıg ı go ru lu yor. Yıllardır su rdu rdu g u  siyasi oy tercihini deg iştiren seçmen kitlesini kalıcı hale getirmek, o nu mu zdeki su reçte oy kullanma hakkını elde edecek yeni seçmenleri bugu nden kavrayacak politikaları su ratle u retmek o nu mu zdeki do nemin en o nemli amacı olmalıdır.

Merkez Bankası’nın yasa gereği hükümete gönderdiği Açık Mektup’ta yılın ikinci yarısı için asgari ücrete zam yapılmamasını istemesi, enflasyonun sorumluğunu ücretlilerin, çalışanların üzerine yıkmaktır. Her yıl Ocak-Mart arası gönderilen mektubun bu yıl nisana sarkması, yapılan siyasi hesabın tutmadığını gösterdi.

Merkez Bankası (MB) Yasası’nın 42. Maddesi uyarınca ‘enflasyon hedefinden sapılması veya sapma olasılığının ortaya çıkması’ halinde MB’nin hükümete göndermesi gereken Açık Mektup’taki tespit ve önerilerde enflasyonun suçlusu olarak çalışanların ücret zamları ve asgari ücret artışı gösteriliyor. MB’nin daha önce açıkladığı enflasyon raporlarında enflasyondaki artışın yalnızca yüzde 1,3’ünün ücret artışlarından kaynaklandığı vurgulanmasına karşılık, şimdi ücretlilerin, çalışanların maaş zamlarının ve özellikle asgari ücretin yılda iki kez artırılmasının enflasyonun sorumlusu ilan edilmesi, derin bir çelişkidir.  

✓ İ ktidarın uyguladıg ı faiz, do viz, para politikaları ve ekonomik modelin yanlışlıg ını gizleyip, sorumlulug u emekçilerin ve u cretlilerin u stu ne yıkmaktır.

MB’nin iktidara gönderdiği mektupta; ‘Dezenflasyon sürecinde para ve maliye politikalarının eş güdümü büyük önem arz etmekte olup öngörülebilirliğin artmasını sağlayan orta vadeli program ile somutlaşmış olan kamu politikalarına dair varsayımlar TCMB’nin enflasyon tahminlerine yansıtılmıştır. Bu kapsamda, asgari ücretin yılda bir kez güncellenmesi, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ile ücret ve vergi ayarlamalarında OVP’de sunulan enflasyon tahminlerinin gözetilmesi ve para politikasındaki sıkı duruşun ihtiyatlı maliye politikası ile desteklenmesi, öngörülen dezenflasyon patikasının tesis edilmesi açısından kritik bir önem taşımaktadır’ deniliyor. Bu ifadelere bakıldığında MB ve ekonomi yönetiminin iktidardan talep ve önerileri; yılın ikinci yarısında asgari ücrete zam yapılmaması ve yılbaşında yapılan tek seferlik artışla yetinilmesi, ücretlerde fazla artışa gidilmemesi, MB ve Orta Vadeli Program’daki (OVP) enflasyon hedeflerinin dikkate alınması (yıllık yüzde 36), OVP’deki vergi artışlarının gündeme alınması, uygulanan sıkı para politikasının maliye politikalarıyla da desteklenmesi. MB mektubunda vergi artışı yerine ‘vergi ayarlaması’ ifadesiyle yapılacak vergi artışlarına tepkiler hafifletilmeye çalışılıyor. MB para ve faiz politikalarının maliye politikalarıyla desteklenmesi talebi, bütçe ve kamu harcamalarında tasarruf, harcamaların kısılması anlamına geliyor. Kamudaki israfın önlenmesi yerine, yegâne çözüm olarak yine ‘ücret ve maaş ayarlamaları’ gündeme getiriliyor. Asgari ücretin artırılmaması yanında memur ve emeklilerin ikinci yarı maaş zamlarının düşük tutulması, maliye politikalarının ve tasarrufun temel gerekçesi görülüyor.  

Asgari u cret ve maaşlara temmuz ayında yapılacak zam şimdiden enflasyonun gerekçesi ilan ediliyor. Ü cretli ve çalışanların milli gelirdeki payı son beş yıldır hızla gerilerken, şimdi de asgari u cret ve memur-emekli maaşları ‘enflasyon nedeni’ go sterilerek daha düşük zamlarla yetinilip çalışanların-emekçilerinemeklilerin milli gelirdeki paylarının daha da aşağı çekilmesi hedefleniyor!

Türkiye’nin dış borç stoku 2023 sonu itibarıyla 500 milyar dolara ulaştı. 2002’de 131 milyar dolarlık dış borç stoku, bu iktidar döneminde yaklaşık beş kat arttı. Türkiye’nin dış borç stokunda kısa vadeli borçların payının 10 yıl sonra yeniden yüzde 35’i aşması, büyüyen tehlikenin ve artan risklerin habercisidir!

Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan son güncel veriyle Türkiye’nin kamuözel dış borç stoku toplamı geçen yıl sonunda 499 milyar 886 milyar dolara yükseldi. Geçen yıl 42 milyar dolar olan dış borçlardaki artış 2013 yılından bu yana son 10 yılın en yüksek yıllık artış rakamı. 2002 yılında 131,8 milyar dolar olan toplam dış borç 22 yılda bu iktidar tarafından neredeyse beşe katlanmış. 2010 yılında 300 milyar dolara yükselen dış borç stoku, 2013 yılında 400 milyar doları aşarken, son 10 yılda hızlanan dış borçlardaki yükseliş 2023 sonunda 499,9 milyar düzeyine ulaştı. Bu yıl sonunda 500 milyar doların oldukça üzerinde bir dış borç stokunun gerçekleşmesi yüksek ihtimal.    

2023 sonu itibarıyla açıklanan dış borç stokuna ilişkin toplam tutarın 251 milyar doları özel sektöre ait. Dış borç stokunda kamu kesiminin payı yüzde 40 olurken tutarı 202,5 milyar dolar. Son dönemde özellikle Körfez emirlikleriyle yapılan swap işlemleri ve Suudi Arabistan başta olmak üzere açılan depo-mevduat hesaplarıyla rezerv açığını kapatmaya çalışan Merkez Bankası’nın (MB) dış borç stokundaki payı hızla artarak yüzde 9 düzeyine yükseldi. MB’nin dış borç tutarı 2023 sonunda 46,4 milyar dolar tutarında gerçekleşti.   

Dış borç stokundaki en riskli alanı kısa vadeli borçların yükselmesi ve toplam stok içindeki payının artması oluşturuyor. 2023 sonundaki dış borç toplamının 175,2 milyar dolarlık kısmı bir yıl ve daha kısa vadede ödenmesi gereken borçlar. Bu tutar toplam dış borçların yüzde 35,1’i düzeyinde. Dış borç stoku içerisinde kısa vadeli olanların payı en son 2013 yılında yüzde 35’i aşmıştı. 10 yıl aradan sonra, kısa vadeli borçların yeniden toplam borçların üçte birini aşması, ciddi bir riski gündeme getiriyor. İhracattaki yavaşlamanın döviz gelirlerinde yarattığı tablo ve MB rezervlerinin ekside olması dikkate alındığında, dış borç stokundaki kısa vadenin payı riski oldukça büyütüyor. 2018 yılında kısa vadeli dış borçların toplam içindeki payı yüzde 21’e kadar gerilemişti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne (CHS) geçiş sonrası, kurları dizginlemek için MB ve kamu bankalarının rezervlerinin satılması, 125 milyar dolarlık MB rezervinin buharlaşması, açığı kapatmak için kısa vadeli borçlanmaya hız verilmesini beraberinde getirdi. Şu anda halen MB rezervlerinin ekside olmayı sürdürmesi, Türkiye’nin dış piyasalardan kısa vadeli kaynak girişine ve sıcak paraya olan ihtiyacını üst düzeye çıkarttı.  Türkiye’nin dış borç stokunun Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYH-Milli Gelir) oranı yüzde 44,7 düzeyinde. İktidar ve ekonomi yönetimi bunu öne çıkartarak Türkiye’nin dış borç açısından pek çok gelişmiş ülkeden daha iyi durumda olduğunu savunuyor.  

Bir yıl ve daha kısa vadeli bu borçları çevirebilmek için su rekli şekilde kısa vadeli yeni borçlar bulma zorunlulug u, hem bu yeni borçlara o denen faizi hem de Tu rkiye’nin kredi risk puanını (CDS) yukarı çekerek Türkiye ekonomisini kısır bir döngü içinde kısa vadeli borçlanmaya mahkum ediyor!

Dünya Bankası'ndan 2024-2028 döneminde sağlanacak 18 milyar dolarlık kredi anlaşması, deprem bölgesinde yürütülen inşaat ve altyapı çalışmaları yanında, çevreye duyarlı yatırımlar ve yeşil ekonomi dönüşümü için önemli bir finansmandır. Proje ve yatırım amaçlı bu anlaşma kapsamındaki ihalelerin şeffaf olması zorunludur. 

Dünya Bankası Grubu (World Bank Group - WBG) bünyesindeki üç ayrı kuruluş tarafından sağlanan 18 milyar dolarlık ülke kredisi, yatırım projelerine dış finansman açısından önemli ve olumlu bir gelişmedir. 2024-2028 döneminde kullandırılacak bu kredi, ekonomideki döviz darboğazını, Merkez Bankası’nın (MB) eksideki rezervlerini, hazinenin iç ve dış borç tablosunu, bütçedeki devasa boyuta ulaşan açıkları ortadan kaldıracak, ekonomik krizi hafifletecek bir finansman değil, proje bazlı bir kredidir. Beş yıla yayılarak kullandırılacak bu kaynağın anlaşmalarda belirlenen proje ve yatırımlar dışında kullanılması söz konusu değildir. Hazine ve Maliye Bakanının Dünya Bankası’ndan (DB) sağlanan krediyi uygulanan ekonomik politikaların başarısı gibi sunması kriz gerçeğiyle örtüşmemektedir. IMF ekonomik krizdeki ülkelere borç vererek ağır istikrar programları dayatırken, DB ve çatısı altındaki, Uluslararası Finans Kurumu (IFC), Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı (MIGA) ise kamu-özel sektör yatırımlarına kredi sağlayan kurumlardır.

Projeler ihale edildikçe, peyderpey devreye girecek bu kredilerin mevcut ekonomik krizi hafifletmesi, enflasyonun ezdiği geniş kesimlerin durumunda bir iyileşme sağlaması söz konusu olmadığı gibi, muhtemelen bu kredi karşılığında kamuoyuna açıklanmayan bazı koşullar ve taahhütler talep edilmiştir.  

Geçmiş yıllarda DB’nin Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) sağladığı tarım ve hayvancılık kredisinde; TMO’nun destekleme alımlarını azaltması, taban fiyatların enflasyonun altında düşük tutulması, tütün ve pancar ekim alanlarının sınırlandırılması, Devlet Su İşleri’nin (DSİ) tarımsal sulama ücretlerine yüksek zamlar yapması, tarımda kullanılan enerji fiyatlarının yükseltilmesi, Et ve Balık Kurumu’nun (EBK), Süt Endüstrisi Kurumu’nun (SEK) özelleştirilerek et ve süt piyasasının serbestleştirilmesi, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü (KHGM), Türkiye Zirai Donatım Kurumu’nun (TZDK) kapatılması, devlete ait Yem ve Gübre Fabrikalarının özelleştirilmesi vb. pek çok şart yer almıştı. Bu koşulların yerine getirilmesiyle ülke tarım ve hayvancılığı geriledi. İktidarın ‘Türkiye ekonomisine güven göstergesi’ diye pazarladığı bu kredi anlaşmasının hangi koşulları dayattığı zaman içerisinde ortaya çıkacaktır. DB’den gelecek kaynağın önemli bölümü yine uluslararası ihalelerle yurt dışına, yabancı imalatçılara gidecek. Türkiye ekonomisine katkısı sınırlı düzeyde kalacaktır.

Deprem bölgesindeki yeniden inşa için gerekli kaynak ihtiyacının bir kısmının uzun vadeli du şu k maliyetli bir borçla Du nya Bankası’ndan sag lanması, aynı şekilde İklim Anlaşması çerçevesinde 2030’a kadar yeşil ekonomi ve çevre dostu yatırımlar için hayati önemdeki finansmanın bir kısmının bu kanaldan gelmesi olumlu bir gelişmedir. İ sveç’in NATO u yelig ine verilen onay sonrası 18 milyar dolarlık bu kredide ABD’nin dolaylı etkisinin go z ardı edilmemesi gerekir.

Dünyada gıda enflasyonu ve gıda fiyatlarının en yüksek olduğu ilk üç ülke arasındaki Türkiye, OECD ülkelerindeki gıda enflasyonunda da birinci. Dünyada ve OECD’de gıda enflasyonu gerilerken Türkiye’de artmaya devam ediyor. Sağlıklı beslenme ve gıdaya erişim zorlaşıyor!

Başta tohum olmak üzere, mazot, gübre vb. girdilerdeki olağanüstü yükselişler, sebze ve meyvenin nihai tüketiciye ulaşma aşamasında fiyatların daha da artmasını kaçınılmaz hale getirdi. İktidar; bir yandan temmuzda maaş artışlarını, ücret zamlarını düşük tutmanın yollarını ararken diğer yanda geniş kesimlerin aylık harcamalarında yüzde 50-60’a varan gıda payına rağmen, daha az gıda ürününe daha yüksek bedeller ödemek zorunda kalan dar ve orta gelirli kesimlerin gıdaya erişimini zorlaştırıyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerinde gıda fiyatlarındaki fiyat ve enflasyon artışında dünyada ilk üç arasında yer alan Türkiye, Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) gıda enflasyonu sıralamasında birinci konumda. OECD’nin

Şubat 2024 verisiyle yıllık gıda enflasyonu ortalaması yüzde 5,3’e gerilerken aynı ayda Türkiye’deki yıllık gıda enflasyonu yüzde 71,1 oranıyla OECD ortalamasının 13,5 katı düzeyinde. Türkiye’nin yıllık gıda enflasyonu dışarıda tutulduğunda OECD’nin gıda enflasyonu ortalaması yıllık yüzde 3’ün de altına iniyor. OECD üyeleri arasında Türkiye gerek milli gelirde gerek kişi başına düşen milli gelirde gerekse asgari ücrette sonlarda yer alırken, düşük gelir düzeyine rağmen gıda fiyatlarının en yüksek olduğu, gıda enflasyonun zirvede bulunduğu, gıda harcamalarına hane gelirinden en fazla pay ayırmak zorunda olan ülke konumunda.

Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle küresel hububat ve gıda tedarikinde yaşanan sıkıntılar tün dünyada gıda fiyatlarını ve gıda enflasyonunu tırmandırırken, son bir yıldan bu yana tablo tersine döndü. Gıda tedarik zincirindeki sorunların büyük ölçüde çözülmesiyle gerek FAO’nun gerekse OECD’nin gıda enflasyon oranları hızla düşüşe geçti. Buna karşılık

Türkiye’de ise hem gıda fiyatları hem de gıda enflasyonu yükselmeye devam ediyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının ‘tüm dünyada enflasyon yükseliyor, gıda fiyatları artıyor, Türkiye de bundan etkileniyor’ söylemi gerçekleri yansıtmıyor.  

OECD yıllık gıda enflasyonu ortalaması Rusya-Ukrayna savaşı sonrası Kasım 2022’de yüzde 16,2 seviyesine yükselmişti. Son açıklanan Şubat 2024 verisiyle yüzde 5,3’e indi.  Türkiye’de ise gıda fiyatlarında ucuzlama, gıda enflasyonunda düşüş söz konusu olmadığı gibi şubatta TÜİK’in resmi verisiyle gıda enflasyonu yüzde 71,1’e çıktı. Martta ise aylık yüzde 3,40, yıllık yüzde 70,41.

Yılbaşında 17 bin 2 TL asgari u cretle kilosu 450 liradan 37 kilo kıyma alınabilirken şimdi kilosu 600 TL’ye yaklaşan kıymadan 28 kilo alınabiliyor. Dig er gıdalarda da durum aynı. Çocukların, gençlerin temel gereksinimi sag lıklı ve ucuz gıda geniş kesimler için olanaksız hale geliyor. Türkiye, iktidarın tarım-hayvancılık politikalarıyla dünyada ve OECD’de gıda enflasyonu şampiyonluğuna ilerliyor!

17-18 Nisan’da yapılacak AB Liderler Zirvesi öncesinde Türkiye ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlatılması, iş birliğinin canlandırılarak hızlandırılması yaklaşımı öne çıkıyor. Gümrük Birliği ve vize kolaylığı konusunda adımlar atılmasını içerecek bu yeni dönemin, ‘aşamalı, orantılı ve geri çevrilebilir şekilde yürütülmesi öneriliyor. 

17-18 Nisan tarihlerinde Brüksel’de yapılacak AB Liderler Zirvesinde Türkiye ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlatılması, ikili iş birliği alanlarının yaygınlaştırılması gündeme gelirken, Kıbrıs sorunu ilişkilerin daha ileriye taşınması önündeki en büyük engellerden birisi olarak değerlendiriliyor.  

Dondurulmuş haldeki tam üyelik müzakerelerinin başlatılması ya da yeni bir fasıl açılması konularında liderler zirvesine herhangi bir öneride bulunulmaması, AB’nin Türkiye’nin tam üyeliği konusuna mesafeli durmaya devam ettiğini gösteriyor. 18 Mart 2016’da Türkiye-AB arasında imzalanan Mülteci Akınının Önlenmesi ve Geri Kabul Anlaşması beraberinde Türkiye ile Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesi ve Türk vatandaşlarına vize serbestisi için müzakerelere başlanmasını öngörüyordu. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ve ardından Olağanüstü Hal ilanıyla Kanun Hükmünde Kararname sürecinin devreye girmesi, demokratikleşme alanında adım atılmadığı gibi AB kriterlerinden uzaklaşılmasını beraberinde getirdi. Tam üyelik müzakereleri donduruldu, Gümrük Birliği ve Vize Serbestisi müzakereleri askıya alındı. 8 yıldan bu yana devam eden bu sürecin yanı sıra Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin tırmandırdığı gerilimler gerekçesiyle Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Fransa’nın girişimleriyle AB tarafından Türkiye’ye yönelik bir dizi yaptırım kararı alındı. Avrupa Konseyi (AK) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmaması, ikili ilişkileri daha gergin ve sorunlu bir hale getirdi.

17-18 Nisan AB Liderler Zirvesi için hazırlanan taslak bildiride Türkiye ile ilişkilerin; ‘aşamalı, orantılı ve geri çevrilebilir şekilde, Avrupa Konseyi’nin daha önce aldığı kararlar çerçevesinde ilerletilmesi, iş birliğinin genişletilmesi’ öneriliyor. İş birliği ve yakın ilişki sürecinin ‘geri çevrilebilir şekilde’ ilerletilmesinin öngörülmesi, Türkiye’nin attığı bir adımın, aldığı bir karar ya da uygulamanın AB tarafından ‘yanlış’ bulunması halinde sürecin iptal edileceği anlamına geliyor. Şayet taslak bildiri liderler zirvesinde onaylanırsa, Avrupa Konseyi ve AB komisyonu gümrük birliği ve vize kolaylığı müzakerelerinin tekrar başlaması için Türkiye’den AB ilkelerine, kriterlerine, AB hukuku ve demokratikleşme hedeflerine uyumlu adımlar atmasını bekleyeceğini beyan etmiş olacak. Liderlere sunulacak taslakta Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına uygun çözümünü içeren AB görüşü yineleniyor. Dolayısıyla Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tutumu destekleniyor.  

AB zirvesinden çıkacak Tu rkiye kararı, ilişkilerde yeni bir do nemi başlatabilir. 31 Mart seçim sonuçlarının AB’nin yaklaşımını gözden geçirip yumuşatmasında etkili oldug u anlaşılıyor. İktidarın demokratikleşme, hukuk devleti vb. konularda samimiyet sergilemesi, bu yo ndeki beklentileri karşılayacak adımlar atması, baskıcıkısıtlayıcı-otokrat tutumunu terk etmesi gerekiyor.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in geçen yıldan bu yana defalarca ertelenen Türkiye ziyareti tekrar belirsizliğe büründü. Ukrayna’nın Rus petrol-doğalgaz tesislerine SİHA saldırılarını artırması, Ukrayna’ya SİHA satan Türkiye’ye Moskova’nın tepkisini büyütüyor ve ilişkilerde olası bir gerilimin işaretlerini veriyor! 

Türkiye-Rusya ilişkilerinde yeni bir sıkıntılı sürecin işaretleri Rus devlet medyasında yer alan haber ve yorumlar yanında, Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma’da Türkiye aleyhine yapılan konuşmaların dozunun artmasıyla belirginleşiyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in geçen yılki seçimler öncesinde Türkiye’ye yapacağı açıklanan ziyaret programı bugüne kadar defalarca çeşitli gerekçelerle ertelendi. Putin’in tekrar kazandığı seçimin ardından ziyaretin nisan ya da mayıs ayında gerçekleşebileceği dile getirilmişti. Şu anda ise Putin’in olası resmi ziyareti belirsizliğe büründü.

ABD’nin Türkiye üzerinde Rusya yaptırımlarının delinmesine yönelik baskısını artırması, her ay yaptırım listesine yeni Türk iş insanları ve şirketlerinin eklenmesi, son olarak yaptırımlar delinirse Türkiye’ye de yaptırım uygulanacağının ilan edilmesi, ikili ticari ilişkilerin hızını oldukça yavaşlattı. Rusya banka ve finans sistemine yaptırımların yoğunlaştırılması ikili ticarette ödemelerin ciddi şekilde aksamasına ve gecikmelere neden olurken, yaklaşan turizm sezonunda Rus turistlerin tercihleri Mısır, Dubai, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a kaymaya başladı. Konut sektöründe başı çeken Rusların konut alımları hızla azalmaya başladı.  

Rusya-Ukrayna savaşı devam ederken, ABD’nin Ukrayna’ya verdiği F-16 savaş uçaklarını kullanacak Ukraynalı pilotlar Almanya, Hollanda, Danimarka’daki NATO üslerinde ve son olarak Türkiye’nin NATO üyeliğine onay verdiği İsveç’te eğitilmeye başlandı. NATO’nun son Dışişleri Bakanları toplantısında Ukrayna topraklarındaki NATO merkezinin aktifleştirilmesi kararlaştırıldı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Ukrayna’ya destek için ittifak bünyesinde 100 milyar dolarlık bir fon oluşturulmasını gündeme getirdi. Tartışmaya açılan öneri henüz ittifak üyeleri tarafından kabul edilmese de Stoltenberg’in ABD seçimleri öncesinde NATO’ya mesafeli Trump’ın seçimi kazanma olasılığına karşı, bu fonu hayata geçirmekte ısrarlı olacağı anlaşılıyor.

Türkiye’nin İsveç’e verdiği onay yanında ABD ve NATO ile yakınlaşmaya yönelmesi, Rusya ile ilişkilerde NATO gölgesinin yoğunlaşmasına zemin hazırlamış görünüyor. Son dönemde Ukrayna'nın silahlı insansız hava araçlarıyla (SİHA) Rusya'da rafinerileri, limanları, petrol ve doğal gaz tesislerini vurması, Ukrayna’ya SİHA satan ve halen bu ülkede bir SİHA fabrikası inşa eden Türkiye’ye tepkilerin ve eleştirilerin dozunu artırdı.  

Rus Devlet Medyası ve Duma Üyesi Parlamenterler, Ükrayna’nın en bu yu k Sİ HA tedarikçisinin Tu rkiye oldug unu, bu tavrın ikili ilişkileri yıprattıg ını, Tu rkiye’nin tarafsızlıg ının sorgulanması gerektig ini daha sert ifadelerle gu ndeme getiriyorlar. Rusya’nın önde gelen düşünce kuruluşları, Tu rkiye’nin Ükrayna politikasının Rusya aleyhine amaçlar içerdig ini o ne su ren raporlar yayınlamaya başladı. 

 
  YORUMLAR 0 Yorum YORUM YAP
Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  DİĞER SİYASET Haberleri
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ
Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
BİZİ TAKİP EDİN
  • YUKARI